Ashab Kompleksi

Osman Kibar tarafından yazıldı. Aktif .

ASHAB KOMPLEKSİ

 Bu yazımızda eskilerin netameli dediği risk unsuru yüksek bir meseleyi anlamaya çalışacağız: Ashab-ı kiram kompleksi! Dini içerikli bu tamlamayı hepimiz biliriz. Peki, aynı kavram siyasi ve sosyal bir kimlikle ele alınabilir mi; işte onu yapma durumundayız ve yalnızca ashap diyeceğiz. Terkibi bütünüyle kullanmak saygıya ters hem de yakışık almaz diye düşünüyoruz. Ashap derken ‘öncü çevre’ demiş olacağız ve belli bir katagoriyi îma edeceğiz. Okuyucuya ‘ne diyeceksen de’ dedirten bu kısa giriş bile işimizin zorluğuna, alışılmazlığına belge olarak değerlendirilebilir.

 Konuyu iki aşama biçiminde ele almak istiyoruz: Rekabet ve takipçiler.

 Hazret-i Âdem insanlığın atası, ikinci ata ise Nuh Nebi’dir. Tufan sonrası, Allah tarafından korunan seksen üç adanmış inançlı ile insanlık tarihi devam edebilmiş. İkinci adam ve çevre kopleksini bu gerçekle temellendirmeyi yerinde buluyoruz. İkinci adam, nerdeyse bütün Allah elçileri için bir vazgeçilmez olarak karşımızdadır. Musa ile kardeşi Harun, Yusuf ile Bünyamin, İsa ve seçkin Havariler. Allah Rasûlü için Ebubekir. Yani her elçinin yanında onu rezerv koymadan, şart koşmadan onaylayan bir dost ve aynı kalitede bir çevre (ashap) bulunmuştur; Allah’ın dilemesi böyledir. Bu Allah’ın sunduğu yardım yanında, işin sosyal, siyasi mekanizmasını anlama (okuma) yönünden de ihmale gelmez bir veridir; bu işler böyle yürür! Yön farkı ise, insanlığın kaderini belirleyen en önemli unsurdur. Yani, kötüler de aynı ya da benzer (paralel) şekilde teşkilatlanarak kurum niteliği kazanır.

 Doping etkisiyle yeniden derlenip toparlanma kişilerin özel beceri ve mesleklerinde sıkça görülen bir durumdur; olumlu olumsuz biçimi vardır. Bu, bir tür müdahaledir. Siyasi düzenle(n)meye en iyi örnek olan devlet kurumunun da yine benzer tecrübeler yaşadığını söyleyebiliriz.

 İstanbul’un şehir olarak kuruluşu ve getirdiği sonuç itibariyle Roma’nın karşılaştığı (kazandığı) atılım gücü, sonra bölünme. Yine Roma’nın Hıristiyanlık etkisiyle yaşadığı dönüşüm. Köktürk devletinin yıkılıp VIII. yy’da yeniden kurulması da aynı benzerlik içinde düşünülebilir. 1402 Çubukovası savaşı yüzünden fetret (kaos) yaşayan Osmanlının Çelebi Mehmet tarafından yeniden derlenmesi, siyasi bunalım ve toparlanma sürecine örnek verilebilir.

 Ve öncüler... İlk kurucu(lar) ve yanında olmayı seçenlerin kalitesi -ki tabiî seçkinleşmenin temelinde bu yatar- çok önemlidir. Buna ‘ashap’ deniyor. Kuruluşu izleyen dönemde yaşanan şahsi-siyasi rekabet ise, nerdeyse kaçınılmaz tarihi bir tecrübe. İslâm tarihinde övgüyle anılmayan Sıffin ve Cemel vakaları için -mahiyet farkı olsa da şekil yönünden- çekinerek ‘ihtilal kendi evlatlarını yer’ tespitinde bulunursak, çizmeyi aşmış mı oluruz! Hazret-i Ali’nin haricilere (isyancılara) dediği gibi ‘söz doğru ama niyet bâtıl’ duruma mı düşeriz, tam güvenemiyorum.

 Osmanlının kuruluşunda bir Dündar Bey fitnesi yaşanmıştır. Osman Gazi’nin amcası olan bu kişi epey geciktirici, karıştırıcı iş yaptıktan sonra yeğeni tarafından sahne dışına itilmiştir. Komünist Rusya’nın kuruluşu aşamasında Maşeviklerin yok edilmesi, aynı süreçte Troçki vb. sürgünler ve sistemli cinayetler; TC geçmişinde istiklal mahkemelerinde uygulanan muhalif-rakip temizliği; şah sonrası İranında yaşananlar...

 Yukarıda Rusya demiştik; Lenin’in yerine geçen Stalin’in ikinci adamlıkta gösterdiği performans ve/fakat kendisinden sonraki zulümde ortaya çıkan kalite kaybı... Evet, Sovyet İmparatorluğu ashap yokluğundan yıkıldı. Lenin veya Stalin’in rahle-i tedrisinden geçen ya da başını okşama şeklinde de olsa temas kurduğu (el verdiği) kişilerin ölmek yoluyla siyasi hayattan çekilmesiyle, iş tâbiîn; ardından onlara tâbî olanlara kaldı. 1991’e gelindiğinde ortada 1917’de karılan hamur ve tutan mayadan mamul hiç kimse kalmamıştı; kaçınılmaz son böyle geldi.

 Devlet adlı kurum yıkılmaz, bitmez değildir. Bu yönüyle insanla aynı kaderi paylaştığı söylenebilir. Ama her şeyde olduğu gibi söz konusu oluş, belli şart ve kurallar dairesinde gelişir; buna siyasi kader diyebiliriz. Bu bağlamda Allah Rasûlü’nün kurduğu devletin bile ancak yirmi üç yıl ayakta kaldığını söyleyebiliriz. Hikâyeyi hepimiz biliyoruz:

Çoktan Ümeyyeoğullarına (Emeviler) geçen siyasi güç (iktidar) Hazret-i Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesi sonucu, bütünüyle elden çıkmıştır. Ardınca gelen ve bugüne uzanan kalite kaybı ise kaderimizi belirlemiş bulunuyor. Şunu söylemeye çalışıyoruz: Ashaptan sonrakiler (tâbiîn) ashap, onları izleyenler (tebai’t-tâbiîn) de tâbiîn kadar olamamıştır. Buradaki ölçü siyasi konmakla birlikte, sosyal ve şahsi planda da ayrıca ele alınabilir ve bunun gelenekteki yeri (sıralaması) zaten bellidir. Boynuz kulağı geçer’in tersi bir tarihi oluşu iyi okumayı öneriyorum; bu Allah’ın devletlere uygun gördüğü kader cümlesinden olsa gerek! İhtilaftaki rahmete karşılık, çirkin siyasi rekabet ve ihtirasta yıkım vardır.

 Çizdiğimiz manzaraya yapılacak itirazlara anlayış kapımız açık; ortaya koyduğumuz okuma ve îma biçiminden rahatsızlık duyacakları da -şimdiden- anlıyorum. İnsan kalitesindeki kayba karşılık, İslâmın kıtalara yayılma sürecinden gelen teselliye de bir şey demiyoruz. Zaten amacımız dini hatırlatma veya İslâm tarihine bakış getirmek değil; oluşu (mekanizmayı) kavramak.

 İslâmın ilk dönemi (asr-ı saadet, reşit halifeler) ertesinde yaşanan ashap kompleksi belli bir üzüntü ve yakışmazlık duygusu uyandırsa bile kötülerin (zalim devlet) de aynı kader yasasına bağlı olması içimizde umut çiçekleri yeşertiyor!

 Yukarıda Komünist Rusya’nın yaşadığı ashap kompleksine değinmiştik. Bu ülkeyle aynı dönemde kurulan, pek çok tarihi ve siyasi benzerlik gösteren TC ile ilgili acaba neler söylenebilir; öngörümüz nedir ve bu çerçevede yakın siyasi geçmiş için uygun ve isabetli yakıştırma(lar) yapabilir miyiz? İşte, sabırlı okuyucularımızın beklediği şey bu olsa gerek! Kendi sorumuza evet diyerek kısa cevap vermekle kurtulamayacağımızı biliyorum; öyleyse uzun süsü verilmiş birkaç söz edebiliriz.

 Çoğu Anatolia, azı Avrupa toprağı olan söz konusu ülkenin kuruluş ve kurucu hikayesini -yanlış doğru- bilmeyen yoktur. Adı üstünde, hikaye! Yakın tarihi ultra-hayal, fantezi, çarpıtma, spekilasyon ve akıl almaz bir sanallık üzerine inşa edilmiş başka bir devlet bulunduğunu sanmıyorum; külliyen yalan! Diğer yazılarımızda işlediğimizden, tavır ve tespit meselesini bu cümleyle sınırlı tutuyorum.

 İkinci adamın kimliği için meraklısı Şevket Süreyya’nın aynı adlı kitabına bakabilir. TC ilk dönemi adına (1920-1950) oluşturulan ashap modelini bilmeyen yok; eğitim sistemi bu model ve maceraları üzerinden şekil kazanmış bulunuyor. Ayrıca amplaya domestiq (besleme bürokrat) geleneğini de iyi tanıyoruz. Cari sistemin kalite kaybı başlangıcı ashap döneminin sonu olan 1950’dir. Tâbiîn, o gaz ve military serumla 1980’lere gelebildi. Geldi ama ortada ashap döneminden eli öpülecek, saygılar sunulacak canlı kimse bulunmadığını gördü; ölülerle nereye kadardı... Tâbî olanlara tâbî olanlar (ya da suyunun suyu) ile pişirilen zehir zıkkım katkılı yemek ise ortada kaldı; tatmaya çeşnigir dahi bulamadılar. 28 Şubat darbesinde cepheye yedekleri sürmekle -beklediğimiz- en büyük ve/fakat kaçınılmaz yanlışı yaptılar. Ve ilk defa sonuç alamadılar; kan kaybı durmadı. Hastaları ölüyor ve onlar seksen altı yıl önce Kur’an’ı yasakladıkları için fatiha da okuyamıyor. Acaba hiç utanıyorlar mı?

 Pişmanlık duyup nedamet edip bizim safa geçmeleri düşünülemez bile. Hayat tarzı, kemikleşmiş tutum, edinilen kimlik, statü, inat ve inkardan kaynaklanan kibir... Artık dinsizliğin sunduğu avantajları da kullanamıyorlar. Şartları (gerçeği) kabul noktasına gelseler ya da gönüllü sürgün için hazırlansalar iyi ederler. Sistemli bir intikam düşünmüyoruz ama her toplulukta acısı heyecanına vurmuş tipler bulunur ve onları kontrol sadedinde isteksiz veya gevşek davranıp muhtemel linç furyası karşısında ‘A-a inanmıyorum, hiç tahmin etmezdim. Vallâ olay sırasında heladaydım’ benzeri gülümseten mazeretler üretebiliriz! Hidayete ermelerini isteriz elbet, ama sözlüklerden suç ve ceza kelimelerini silmeye kalkışmak ne derece ahlakîdir, bilemem. Çocuklarımız ve özellikle şehitlerimize bu aptallığın cevabını nasıl verebiliriz? Peki, Allah sorduğunda -ki mutlaka sorulacak- ne diyeceğiz!

 Devletlerin benzer kader paylaştığını ve şartlar tamam oldukta tarih sahnesinden çekileceğini söyleyen ibni-Haldun’a Allah rahmet etsin, cennette bal kaymak yedirsin.

 Roma ve Osmanlı siyasi ashaba dayanmıyordu; köklü devlet geleneğine sahiptiler. O yüzden yıkılma sebepleri farklı oldu; ashap kompleksinden değil! Komünist Rusya ve TC ise siyasi ashaplaşma temelinde yükseldi. Ortada temel kalmayınca yapıyı ayakta tutmak zordur; becerilse bile bedel gerektirir ve artık o yapı değil, belki de tava sapı gibi bir şeydir.

 Aşiret veya mezhep üzerinden devlet kurabilirsiniz; çete ve cuntalara istediğiniz kadar kurum makyajı yapın, sırıtır. Hep at hırsızı, sıradan katil olarak kalırlar. Bu tespitteki kaderi yaşamamız ne talihsizlik!

 

Osman Kibar

Paylaş


     Osman Kibar’ın Eski Yazıları 

Yazar Hakkında

Osman Kibar

Online dergiler Online dergiler