İskele Editörü

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

ÇİFT ŞEHİRLİ, TEK PARÇA İNSANLAR

Araftadır hep iki şehir arasında gidip gelen insanlar. Ve oralarda yaşamını idame ettirenler. Çift kültürlü sanki çift yürekli olurlar. Bedenleri iki parçaya ayrılır nereye giderse gitsin hep bir parçası diğer şehirde kalır.

Sanki diğer şehrin sokaklarında gezerken aldatmaktadır ötekini. Vicdan yapar hep sanki. İki evladını ayıramayan yüreğe sahiptir anne gibi…

Laf söylemez, söyletmez ama hep diğerine özlem duyar yüreği. Ne yardan ne de serden vazgeçmemektir bunun tarifi. Artık bir zaman sonra yürekleri de zihinleri de karışır çift şehirli, tek parça insanların. Birinin sokaklarında dolaşırken, diğer şehirdeki insanlar görür gibi olur. Sanki hep tanıdıktır herkese.

Çift şehirli insanlar iki aile kurmuşlardır kendilerine. Hep alışmak zorundadırlar bir şeylere. Tam alıştım derken diğerine, öteki şehrine gitmek durumunda olurlar. Ve bu durum gitgide hem dimağlarının hem de yüreklerinin karışmasına sebep olur. Oysa her iki tarafta da bambaşkadır düzenler ve hep bir çabalama süreciyle karşılaşırlar. Hep yoğundur duyguları, hep yarımdır diğer yanları.

Zordur hayatları çift şehirli, tek parçalı insanların. Bambaşka bir türkü mırıldanırken, oraların türküsünü söylemeye başlarlar. Haberlerde, gazetelerde artık diğer şehri de takip ederler. Ötekini nasıl takip ediyorsa. İkisinden de bahseder her yerde. Orayı da seviyorum ama der… Devamı gelmez bu cümlelerin aynı kendileri gibi yarım kalır. Edemez ihanet diğerine. Hangi ana kıyabilmiştir evladının diğerine.

Evliya Çelebi ‘ Çok gezen mi bilir çok okuyan mı?’ demiştir ya hani. Çift şehirli tek parça insanlar bilir bunu, çok yaşayarak öğrenilir hayatın değeri. Ve onlar bilirler ki iki yaşamları da olsa farklı şehirlerde, olsun derler, tecrübe ederler ve hep bilirler her iki tarafta da öğrenilmiştir hayatın sebebi. Nedense hep onların daha doludur heybesi. İnanır tüm yürekler, yarımda olsa yürekleri, elbet alınacaktır bu imtihanın semeresi.

Günün birinde tek şehirde ikame edecek bile olsalar, onların yürekleri diğer şehrin özlemiyle zaten hep yarım kalacaktır. Ve bu yaşam boyunca gözlerinde bir şehrin özlemi tütecek, anılarda yâd edilecektir.

Feride Özge Çaylak

Paylaş


     Feride Özge Çaylak'ın Eski Yazıları

HAVA DURUMU VE PSİKOLOJİ

 365 günün hiçbiri diğerinin aynı değildir. Her gün sıcaklık, nem ve adını bilemediğim birçok parametre değişmektedir.

 Bana kalırsa insanoğlunun psikolojisi de her gün değişmektedir. Parametreleriyse çoktur insanoğlunun. Bir gün neşelilik oranı yüksek, bir gün asabiyet yüzdesi yüksektir. Ama süregenlik yoktur, değişkenlik vardır. Bir günümüz bir günümüzü tutmaz; 1 senede 365 tane “ben” vardır esasında. Mutlu ben, sinirli ben, şaşkın ben, panik ben, huzurlu ben, olgun ben…

Evlilikler de hava durumu gibi gelir bana. Bir günü bir gününü tutmayan ama her gün yeni tahminlerle, yeni umutlarla beklenen. Bazen evde hava güneşlidir, o zaman ayak uydurabilmeli eş güneş gözlüğünü takabilmeli, bazen yağmurludur hava o zaman şemsiyesini alabilmeli yanına.

Bir bakmışsın karlıdır hava, en kalın kıyafetlerini giyebilmeli. Yılmamalı eş, hava durumuna ayak uydurabildiği müddetçe evliliği güzel sürebilecektir çünkü. Ama insanız bilemeyiz her şeyi; güneşlidir hava dışarı çıkarız, bir anda yağmur yağmaya başlar, sağanağa tutuluruz, kimimiz yılar kimimiz ardından göreceğimiz gökkuşağını ümit eder, kimimiz her şeyi bir kenara bırakıp yağmur altında yürümeye devam eder.

Kimi zamanda karlar beklemediğimiz bir zamanda erir, karların eridiğine mi üzüleceğiz yoksa güneşe yüzümüzü çevirip gülümseyecek miyiz. Karar sizin. En güzeliyse güneşli günlerde yaşamak, yağmura, kara uyum sağlayabilmek ve de yılmamak. Herkese bol güneşli günler dilerim.

 

Fatma Esra Günaydın

Paylaş


     Fatma Esra Günaydın'ın Eski Yazıları

 

ZULMÜ ALKIŞLAYAMAYIZ!

Bizler mutlu olmayı bilmeyiz aslında. Hepimiz içimizde bir yerlere yetişme kaygısı olgusunu yerleştirmişiz. Nefislerimize dur demek, aklımıza gelmeden, hep daha iyisini daha fazlasını umuyoruz. Ummak belki masum bir eylem bunlar için. Arzuluyoruz, tutkuyla istiyoruz. Öyle bir tutku ki bu gözümüz kimseyi görmüyor.

Devamlı eksik şeylerden bahsetmeyi sanki vird edinmişiz kendimize. Tamam, olanlardan söz etmek lügatimize yerleşmemiş deyişlerden. Aynı şeyleri yemekten, içmekten sıkıldığımızı ya da aynı şeyleri yapmaktan bunaldığımızı hiçte utanmandan!  Bahsetmekteyiz. Biz hiç şükreder miyiz ki? Beğenmediğimiz yemekleri israf etmek devamlı bir eylem haline gelmiş. İbadet olsa bu kadar bu düzenli yapmayız. Ayetlerin ‘’ Kaçının ‘’ dediklerini özellikle yapıyoruz da ‘’ Yapın’’  dediklerinden özellikle kaçınıyoruz gibi bir düşünce var zihnimde.

Kendi hayatımızın şükürsüzlük olan kısmına baktıkça gözlerimin önüne yaklaşık iki haftadır yerleşen o görüntü geliyor. Açlıktan kemikleri gözüken o simsiyah iri gözleri olan çocuk. Bir şeyler anlatmaya çalıştığının farkındayız hepimiz. Onun da onlarında yaşamaya hakkı olduğunu biliyoruz. Neden diyorum kara kıtanın kara çocuklarının kara bahtlarına terk ediyoruz. Onların belki adını bile bilmediğimiz bir şehirde yaşama savaşı veriyor olması bizim neden aç gözlü ve israfa düşkün bir insanlık! Olmasını değiştirmiyor orası anlayamadığım bir mevzu.

Belki gündem değişecek, bambaşka haberler geçecek ajanslar. Belki biz unutacağız o gözleri simsiyah olan çocuğu. Ama o çocukların hala ölmesi gerçeğini hiçbir olay değiştirmeyecek. Sadece yemek bulmak için çıktığı yolda üç çocuğunu kaybeden annenin acısı hiç bitmeyecek. Günde tonlarca yemeğin döküldüğü bir dünyada açlıktan ölmek nasıl bir trajediyse o annenin acısının dinmeyeceği aynı bağlamda olan bir gerçektir.

Şimdi gündem Somali belki. Oysa onlar sadece 2 haftadır açlık çekmiyor. Onların kaderinde değişmeyen bir gerçekti. Bizim farkında lığımızın bu kadar gecikmesi ayrı bir mevzudur. Dediğimiz gibi iki hafta önce en baş haber olarak verilen bu mevzu iki hafta sonra haberlerin ortalarında geçmeye başlamıştır.

Gözümüzün önündeki gerçeklerin dünya medyasının duymuş hali Somali. Yalnız öyle bir şehirde yaşıyoruz ki aynı mahallede iki farklı yaşam barındırılabiliniyor. Mahallenin bir yanına bakıldığında lüksten kırılan evler, bahçelerinde havuzu bulunan ve çocukların şen kahkahalarla eğlendiği bir dünya. Tam bir huzur hâkim görünürde. Ne güzel! Diğer yana bakıldığında ise yokluğun gırla gezdiği ve biraz ileride havuzlu evlere sahip kardeşlerinin (!) olmasına nazaran içmeye bir damla su bulamayan aile fertler hâkim.

Allah’ in adaletinden dem vuran biz insanlara sormak istiyorum. Bizler yeryüzündeki eşrefi mahlûkat isek ve bu adaletin yeryüzüne adil bir şekilde dağıtılmasına vesile kılınmışsak nerede bizim gizli yerlere saklanan vicdan mekanizmamız. Nedir bu gerçeklere kendimizi kapatıyor olma sevdası?

En azından kendi halimize şükretmeyi denemeye başlasak veya yetinmeyi bilsek bize verdiği kadarıyla hayatın, değişim başlayacaktır bizim için.

Bir Fransız avukatında dediği gibi ‘ Ortada bir suç varsa bu topluma sorulan bir sorudur. ‘ Bizlerde bu insanlık ayıbına ait olan neden oluyor sorusunu vicdanımıza sormalıyız. Küreselleşen aç gözlülüğümüzü, enaniyetimizi eksik olan zekât ibadetimizi tam olarak yapmayı başarsak yepyeni bir dünya düzeni oluşacaktır.

Cihan padişahlarının sarıklarında taşıdıkları kefenleri nasıl ölümü hatırlatıyorsa onlara, belki de bizlere o siyah gözlü çocukların silueti fani olanın bu dünya olduğunu hatırlatacaktır.

Şairin de dediği gibi ‘’ Siyah gözlerine beni de götür ‘’ dizeleri bambaşka anlamda oluşturulmuş olsa bile bu şiir, bizi o siyah gözlü çocuklara götürmelidir. Yardımlarımızı, dualarımızı ve geç kalmış vicdan yansımasını götürmelidir.

Zulmü alkışlamamak için;

Dönüp bakmalı vicdanlara,

Belki aradığımız insanlık hala orda…

 

                                                                      F. Özge Çaylak 

Paylaş


     Feride Özge Çaylak'ın Eski Yazıları

HER DEM YENİDEN MUTLULUK

Mutluluk?

 Ya karşımıza çıkar ya da izin verildiği müddetçe biz üretiriz bu muhteşem duyguyu. Kimseden esirgeyemeyeceğimiz gibi paylaştıkça çoğalttığımız bir duygudur. Bazen ufak bir tebessümde, bazen ufak bir latifede, bazen küçük bir çocuğun bakışında yakalarız mutluluğu.

Bir de mutluluk saçanlarımız vardır, ender de olsa beklemediğimiz anlarda karşımıza çıkarlar. Çoğunlukla mizahi yanları kuvvetlidir bu kimselerin. Onkoloji stajındayken hocamla yaklaşık 83 yaşında bir son dönem kanser hastasının ziyaretine gittiğimizde hastanın hocama “Doktor hanım, bugün beni taburcu edin yeni yıl balosu var salonda, katılmam lazım” demesi ve oturduğu yerden hocamı ve bizleri güldürmesi hiç aklımdan gitmez. Yine başka bir hocamla inme geçirmiş bir hastanın ziyaretindeyken hocamın ne oldu sana sorusuna hastanın “Ne olacak şeytan çarptı!” cevabı ve bütün öğrencileri güldürmesi aklımdan gitmez.

Hastane ortamında o kadar sıkıntının içinde de olsa espri yapıp onca insanı güldürmeleri mutluluğun hastane ortamında dahi yaşayabilen bir duygu olabildiğini bana gösterebilmişti. Mutluluk her yerdeymiş meğer, hayatın her anındaymış. Her dem yeniden mutluluk varmış kıymetini bilene.

 

 

 

 

Fatma Esra Günaydın

Paylaş


     Fatma Esra Günaydın'ın Eski Yazıları

 

TAKVİM YAPRAKLARI

Kimimize hüzün, kimimize mutluluk verir her koparıldığında.

Duygularımız değişir ama değişmeyen bir şey vardır o da ömrümüzden bir günün daha geçtiği ve bir daha geri dönmeyeceği gerçeği.

Sevabıyla, günahıyla o gün geride kalmıştır artık ve ölüme biraz daha yaklaşmışızdır.

Özünde her yaprak ahireti kazanmaya bir fırsatı barındırır içinde; kimimiz değerlendirebilir, kimimizse… Hep bir yarınımız vardır diye düşünürüz, sanki kaç yaprak daha koparabileceğimiz belliymiş gibi.

Oysa her yaprağı kopardığımızda onun aslında bizim için son yaprak olabileceğini düşünseydik, her şeye daha bir gerçekçi bakma fırsatını yakalamaz mıydık?

 Ahireti kazanmak adına yapabileceklerimiz erteleyebileceklerimizden çok daha fazla olurdu sanırım.

 Ahirete imanımızı kanıtlamak, ahiret kaygısını taşımakla mümkün değil midir?

 Öyleyse…

 Fatma Esra Günaydın

Paylaş


     Fatma Esra Günaydın'ın Eski Yazıları

KUSURSUZ OLAN BİZDEN DEĞİLDİR

Duyduklarınıza, duymak istedikleriniz muamelesini gösterirken, doğruların yalanlarla tatmin olduğu bilincinin farkında olmadığınızı düşünüyorum.

Bu da egonuzun içinizde inancınızdan daha fazla yer kapladığının bir göstergesidir.

Açılan her kapı ardında bir kilit daha bulma düşüncesi, geçmişle gelecek arasındaki dengeyi sağlıyor olmalı ki, geçmişe açılan her kapı, geleceğe vurulan bir kilit oluyor güncenizde.

Peki neden açılan her kapı geçmişe uzanıyor?

Cevabı basit;

Zamanında saplandığınız bataklığın yerini anımsayıp, "şimdi olsa kesin diğer yoldan geçerdim"li cümleler kurmak, gelecekte  bocalayacağınız yol ayrımlarında "acaba hangisi"li cümleler kurmaktan daha basittir.

Tıpkı kendinize yaptığınız eleştiriyi hazmetmenin, başkasının size yaptığı eleştiri hazmetmekten daha basit olduğu gibi.

İnsanı yalanlar tatmin eder, kuytuya yatırırsınız tüm gerçekleri kuyunuza uzanan her ele düşman olursunuz avucunuz içinde büyüttüğünüz ben merkezli hayatınızın en büyük hatanız olduğunu fark etmeden fark edilmeyi beklersiniz.

Bence her şey kendinizi kusursuz sanmanızdan kaynaklanıyor kendinizi birde dikiz aynasından izlemelisiniz geçmişinizi izlemek mükemmeliyetçiliğinizi yıkmaya yetecektir.

Ve unutmayın ki kusursuz olan bizden değildir!

Selen Kart

Paylaş

Online dergiler Online dergiler