Merve Ceylan

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

 

 



Siz hiç terk edildiniz mi?
Ben terk edildim.
Annem ve babam daha ben doğmadan kararlaştırmışlar, sonrasında da 'terk' koymuşlar adımı.
Gün gelir büyürsem umuduyla, alışık olmalıymışım bu isme, canımı yakmasın diye.
Nafile!
Bütün ayrılıkları sineme çektim, sakladım hepsini, büyüttüm usulca ve gönderdim hepsini yokluğa.
Sadakat midir bu bilmiyorum ama bir tek terk kaldı koynumda yılanlarla.
Üzdü, acıttı, kahır doldurdu da yine de en çok kendisini sevdirdi.
Yalan yok, çok sevdim bense, kıyamadım yüzünün masumiyetine.
Kalbimi verdim ki gittiği yerde üşümesin diye.

Evet, terk edildim.
İlk olarak bütün hüzünleri ektim yüreğime,
Sonra Allah'ın şerrinden korka korka ana avrat küfrettim pişmanlıklarıma.
Yılmadım.
Daha da pişman oldum.
Ama son kurşun sıkılana kadar ilerledim kendi sıratımda.
Ve sonra,
Sonra ne mi oldu?
Hiçbir şey.
Yine ben hayatta kaldım. O'ysa, "hayatta kalmam" diye diye harcadı kendini paralı vücutlarda.
Terk edildim ve çok iyiyim.
İsmimin en tepesinden atladım aşağıya, ölmedim.

Siz hiç aldatıldınız mı?
Ben aldatıldım.
En çok da kendi kendimi aldattım.
O var dedim, seviyor dedim, aşk işte o dedim, herkes gider o mutlaka kalır dedim.
Ve öyle bir inandırdım ki kendimi, şimdi sorsanız yine 'evet' derim, 'sevdi, çok sevdim!'

Siz hiç misiniz?
Ben hiçim.
Bu hiçlik, hayatım boyunca benle kalacak olan tek bencilliğim.
Bu yüzden, aldatıldım ve terk edildim.
Olsun.

Unutmadan, daha tanışmadık değil mi?
Söyleyeyim;
Ben hiçim ve bütün aşkların pimini elinde tutan o el benim.
Selam ederim...

Ölmesinden korktuğumuz ne varsa, hepsinin bir gün öleceği fikrine kendimizi alıştırmalıyız.

Sevdiklerimizin mesela...

- Onlar öldüklerinde, elimizi kolumuza bağlayan görünmez iplerin olduğunu öğreniyoruz. Bizi hayatta tutan bağların yavaş yavaş çözüldüğünü, gevşediğimizi ve artık daha kolay savrulduğumuzu hissediyoruz. Rüzgâr kıpırtısında yıkılacağımızı, yaprakların birbirine çarpışının deprem etkisi yaratacağını, kuş gölgesinin, ağaçtan daha büyük olabileceği telaşına kapılıyoruz. Ayaklarımız yerden kesiliyor, yer çekimine meydan okuduğumuzun farkında bile olmuyoruz o sıra. Olumsuzca kurduğumuz her cümlenin yalanında, yüklemimizin boğulmasına göz yumuyor ve gözümüzü açtığımızda bir bakıyoruz ki, eylemimiz kendini çoktan asmış... 

- Ben henüz kimseyi kaybetmedim, kendim dışında.

Ölmesinden korktuğumuz ne varsa, hepsinin bir gün öleceği fikrine kendimizi alıştırmalıyız.

Zamanın mesela...

- Saniyeyi, dakikayı, saatleri tüketerek, tükeniyoruz... Bir saniyede değişen hayatları, bir dakikada gelişen olayları, bir saatlik koca zaman diliminde payımıza düşen intiharları es geçiyoruz... Bir'in hayatımızdaki önemini, birinin değerini unutuyoruz. Belki de bu dünyaya unutmak için getirilmiş nefesdaşlardan başka bir şey değiliz. Kimin umurunda?

- Ben, çaldığım bütün zamanların vebalini, vicdan hapishanesinde ödüyorum.

Ölmesinden korktuğumuz ne varsa, hepsinin bir gün öleceği fikrine kendimizi alıştırmalıyız.

Duyguların mesela..

- En kötüsü de budur işte! Duygularımız öldüğünde, elimizde hiçbir şey kalmaz. Ne dost, ne sevgili, ne aşk, ne aile... Yaşamak, nefes almaktan ötesi olmaz. Ölmekse, kolay yola kaçmak ki o yol, yol olmaz. Sevginin öldüğü gün, ızdırap tek sırdaşımızdır. Neler çektiğimizi bir o bilir, kendinden. Bütün güvencemiz, bütün hırslarımız, bütün kaygılarımız... Hepsi ızdırabın bir parçasıdır ve bizi bizden uzaklaştırır. Ruhumuzu bedenimizden, gözlerimizi renginden, dudaklarımızı kelimelerden uzaklaştırır. Farkında mısınız bilmiyorum ama, uzaklaşıyoruz canlar! Bizi biz yapan her şeyden, her zerreden uzaklaşıyoruz. Ve işte en büyük mesafe burada çıkıyor ortaya. En büyük mesafe; insanın duygularının öldüğü yerde çıkıyor ortaya!

- Duygularımı öldüren katilin ellerini tutmama ramak kala, nefesim kesiliyor. Adaletinden öpeyim dünya!

Ölmesinden korktuğumuz ne varsa, hepsinin bir gün öleceği fikrine kendimizi alıştırmalıyız.

- Ki ölenle yaşanmıyor.

Online dergiler Online dergiler