Avrupa’ya Giriş 101: Öğrenci İşi Seyahat Teknikleri

Said Doğrul tarafından yazıldı. Aktif .

 

“Unutamayacağınız bir tatil mi geçirmek istiyorsunuz? Gün boyu süren animasyonlarla kıpır kıpır eğleneceğiniz, müziğin hiç susmadığı gecelerde paldır küldür dans edeceğiniz, mavi ile yeşilin birleştiği noktada horul horul uyuyabileceğiniz, yirmi dört saat hizmet veren açık büfemizde hapur hupur mide şişireceğiniz... tek adres!”

Serbest vuruştan önce topun üstünden atlayalım: Şu an okuduğunuz yazı, üst paragrafta mukîm ensesi kalın lakırdılara benzer herhangi bir vaat veya viral reklam içermemektedir.

Ardısıra cümleler ‘yolculuk rehberi’ olma sanrısıyla, bir Avrupa seyahatini, turizm acentasına ayaklarınızı ipotek ettirmeden gerçekleştirebileceğinizi iddia eder.

On beş günlük tecrübeden yüz bulup, “hayal kurmak dâhil, her şey 500 avroya patlıyor haccabi” gibi sahibinden kiralık boşboğaz ifadelere rastlamak mümkündür.

Genel itibariyle işbu metin; Interrail, Interfly, Flexipass ve sair öğrenci dostu zamazingo ile ortak müfredatta hazırlanmıştır ve seyahat öncesine ilişkin tavsiyeler [vize alma teknikleri, bavul doldurma kılavuzu, almayanın dövüldüğü ucuzlukta vasıta alternatifleri... vs.] ihtiva eder.

Yediğim, içtiğim, gördüğüm şimdilik bende kalsın; Frenk memleketlerinin olmazsa olmazları, olmasa da olurları ve olmayacak olanları bilahare fiskoslanacaktır.

Sağ tarafta yer alan çubuğu biraz aşağıya indirin, önce konsolosluğa doğru akbil basıyoruz.

*

Eğer pasaportunuzun rengi bordoya çalıyorsa, size her yer üçüncü dünya. Nakit ve vaktin peşin ödendiği elçilik koridorlarında pinpon topu olmak ve kafanızı ilgili devletin duvarlarına vurmak [başvurmak da diyebiliriz] ilk kuralı teşkil ediyor.

Tuzu kuru devletlerin fotokopi kâğıtlarıyla ördüğü bu modern Çin Seddi’ni aşmak için izzet-i nefsinizi vestiyere bırakmak durumundasınız. Temel mantık basit: Yurda geri dönüş yapılacağı ve söz konusu ülkenin hobi düzeyinde gezileceğini ispat etmek gerekiyor; yetkili merciler sizi muhatap alırken “ben sana gelme demiyorum tabi,” edası takınacaktır.

İşi yokuşa sürmeden, lafı bayır aşağı vurduralım: İtalya, difüzyonda bir dünya markası.

Aksi kanıtlanana kadar herkesin mülteci namzedi olduğu bu süreçte, İtalyanların meşrebi oldukça kalender. Her ne kadar bürokratik işleyiş bakımından Türkiye ile akrabalıklar taşısa da, ulus devlet paranoyasıyla evrak bekçiliği yaptıklarını söyleyemeyiz.

Kollar sıvandıysa, krokiyi çizelim;

·          - Önce “idata.com” adresine girin ve başvuru formunu indirip doldurun. Bahsi geçen teferruatı da dosyanıza iliştirin. [geçerli pasaport, biyometrik fotoğraf, öğrenci belgesi, vize harcı...]

·          - Ayrıntıya göz attığınızda seyahat planını muhtevî bir dilekçe talep edildiğini fark edeceksiniz. Hitaben, “İtalya Başkonsolosluğu Vize Departmanı, İstanbul” yazarak başladığınız dilekçeyi, “Ülkenize, xx/yy/zzzz – aa/bb/cccc tarihleri arasında yapacak olduğum ve aşağıda detayları yer alan seyahatim için gerekli vizenin şahsıma verilmesini arz ederim. Yolculuğum süresince yapacağım tüm masraflar ailem tarafınca karşılanacak olup, zikredilen şehirlerarası ulaşımlar otobüs/tren/at/? ile gerçekleştirilecektir.”  Saygılarınızı sunduktan sonra, Y.Özdil gibi ‘enter’layarak dilekçeyi bitirin: “Seyahat planım;  x/y/2012 İstanbul’dan Roma’ya gidiş; x/y/2012 – x+3/y/2012 Roma; x+3/y/2012 – x+5/y/2012 Firenze... vs.” [Planlarının kadrajına İtalya’yı almayanlar için not: Niteliği itibariyle Schengen vizesi, serbest giriş, geçiş ve dolaşımı ifade eder. Dolayısıyla başka bir Avrupa ülkesine gitmeyi düşünüyorsanız bile, İtalyanlar’a dayı diyerek köprüyü geçebilirsiniz. Bir başka deyişle, tek maksadınızın pizza yiyip eve dönmek olduğunu ve Roma varken farklı bir Avrupa şehrini görmenin gereksizliğini vurgulayarak vize almak mümkün; “VISITO” ibaresi, İtalyan armasıyla pasaportunuza damgalandığında, öküzün ölümüne intihar süsü verip ortaklığı bitirebilirsiniz.]

·          - Yazıcınızdan çıkan dilekçenin mürekkebi kurumadan, [göstermelik] otel rezervasyonlarını halletmek üzere “booking.com” sitesine ısrarla tıklayın. Bahsi mevzuu tarih ve şehirlerle tutarlı olarak seçin, beğenin, alın. Eliniz korkak alışsın; her ne kadar ücretsiz [m/h]o(s)tel rezerve etme imkânı tanınsa da, iptal hakkı ancak son üç güne kadar geçerli.

·         - Interrealist olsanız dahi, ‘pass’ biletinizden yüksek sesle söz etmenizi tavsiye etmem; daha önceden de bahsettiğim gibi, farklı ülkelerin ufukta görünmesi işinizi karmaşıklaştırır. Bileti ibraz etmeksizin, dostların alışverişte göreceği bir uçak rezervasyon çıktısı iliştirmeniz kâfi.

·          - Gerekli belgeleri gözden geçirirken, 30.000 avroluk sigorta kaydı ile karşılaşmak tansiyon zıplatabilir; panik yok, sadece 20-25 liraya, herhangi bir acenteden edinmeniz mümkün.

·          - Ve son olarak, hamamcıların en fazla terlediği çizgiye geldik. Geçimini kendi sağlamayan ve baba parası yiyen bir çulsuz olduğunuz faraziyesinde, ailenizi sponsor hüviyetinde göstermeniz gerekiyor. Dolayısıyla adamı işinden gücünden alıp; maaş bordrosu, son üç aylık hesap dökümü, çalıştığı şirketin ticaret sicil gazetesinde yer alan kaydı, şirket vergi levhası, imza sirküleri felan temin etmekle uğraştıracaksınız [çiftçi, memur, emekli... vb. olduğu hallerde farklı belgeler talep edilir. Ayrıntılı bilgi için: http://www.idata.com.tr/tr/doc/it/34/67.html]. Bitmedi. Ebeveyninizin ağzından, “Oğlum/Kızım A’nın bilmem kaç tarihleri arasında İtalya’ya yapacağı turistik seyahatin masrafları tarafımca karşılanacaktır.” yazıp, dilekçeyi imzalatacaksınız. Prosedürün en aşağılayıcı kısmı da bu diyebiliriz aslında, mâli durumunuzun kulaklarına konup vızıldamamasını garanti altına almaya çalışıyorlar; Çizme’yi, içine girecek her küçük taş parçasından azade tutmaya çabalıyorlar.

Hevese çelme takan vize süreci tek kelimeyle sıkıcı, iki kelimeyle çok sıkıcıdır; nice babaereni erindirir, düşleri muğlâklığa erteletir. Ancak ebeveyninizin sabrını sınayarak, işlemleri bir gün içinde halletmeniz de imkân dâhilindedir.

Zahmetin kontratakları rahmete galebe edemediyse, sağ kanattan (b)indirmeye devam edelim.

*

Marx, birkaç yüzyıl öncesinden sufle veriyor: Sahip olduklarınız ne kadar fazlaysa, o kadar azsınız.

Ölünün arkasından konuşmak niyetinde değilim; bavul hazırlarken sol eliniz sızlasın diye söylüyorum. Yanınıza alacağınız gereksiz her +1 kg, pazunuzu şişirmek dışında bir işe yaramıyor. Seyahat gün sayısının 1/3'ü ölçüsünde günlük kıyafet yeterli, şort/pantolon da rahatlığı kertesinde makbul; ancak söz konusu tavsiyeler tabii ki sadece erkekler için geçerli. Avrupa’da cennet vatanımızı temsil eden Türk hurilerinin, çanta-poşet ne bulduysa doldurmaları ihtimamla rica olunur; alışveriş hakkı elbette mahfuzdur.

Valizin köşesine ayrıca tıkıştıracağınız şişme boyun yastığı uykunuzu mışıllaştırır, navigasyon cihazı sırat-ı müstakime ulaştırır, küçük bir seccade Vatikan’da öğle namazı kıldırır, ortopedik taban ayaklara inen kara suların kaptan-ı deryâsıdır, vitamin hapı [bilhassa Pharmaton] yorgunluğunuzun nümayişini dağıtır. Tüm bunların yanı sıra, çantanızın sağ gözüne bir kalem ve defter iliştirin; insanın iç sesinin en geveze olduğu zamanlardan bahsediyoruz, yazmadan dönmek, Beirut konserine sağır gitmekten hallicedir.

Gözlerinizi kısıp, puslu bir sesle “Uzak nedir, kendinin bile ücrasında yaşayan benim için gidecek yer ne kadar uzak olabilir?” diye gevelemeyin. Ne çok gezen bilir, ne de çok okuyan; en ârifi gezerken okuyandır. Rotanızın kadranına takılan her şehir hakkında süngerin suyu emdiği gibi ne bulursanız okuyun.

Seyahate çıkacak yoldaş sayısına gelirsek, rakam dördü görmemeli. Dört; kararsızlığa davetiye çıkarır, gruplaşmayı içeri buyur eder, okeye döndürür. Tek başına yolculuk da çarpıntı yapar, arada çimdiklenmeye ihtiyacınız var. Üç, makûl ve mutedil. İsviçreli bilim adamların tespit ettiği ideal sayı, yaklaşık değeriyle iki.

(N)âcizane tavsiyem, yoldaşınızın mürekkep yalamış bir asosyal olması: Eşiği geçme üşengeçliği, vitesin beşe takıldığı anlarda freniniz olacaktır; insan ilişkilerindeki ürkekliği de yabancı dil pratiğinde fayda sağlar. Kalantor evladı ise prensipte anlaşın, babasının kredi kartını kürdan niyetine kullanıyorsa el sıkışabilirsiniz.

Daha fazla tembihte bulunup, annelik kadastrosunu zamanaşımıyla kazanmak yersiz olur. Toparlandıysanız yavaş yavaş çıkalım, oturduğumuz kabahat.

*

Mısır’dan dedenizin kargoladığı bir arabanız olmadığını varsayıyorum. Artık rüzgâr kanatlı, gümüş kılıçlı, ceylan sekişli atlarla Karpatlar’a da yol alamadığımıza göre, geriye iki seçenek kalıyor: Uçak yahut tren.

“Globally ours” olsa da, THY’nin bilet fiyatları malum, pek lira liginde oynamıyor. Pegasus ise yakışıklı değil, sempatik; kampanyalarıyla kimi zaman tribünleri hareketlendiriyor. Ağaoğluvari biçimde ‘bu değil, o hiç değil’ diye boyun kütletmeden, baklavayı ağzımdan çıkarayım: Ryan Air!

Sitesine girdiğinizde karşınıza çıkan fiyatlar insanı afallatıyor. Sözgelimi çocuğunuzu bakkaldan baget almak üzere 23 avroluk biletlePaği’ye yollayabilirsiniz. Veya dedeniz kahvehaneye indiğini söyleyerek Milano’da espressosunu 14 avroya hüpletebilir.

Tekmeye kafa uzatmak lüzumsuz olur; Ryan Air gibi diğer low-cost havayolu şirketleri de [German Wings, Vueling, Easy Jet... vb.] ucuz tayyarenin yahnisini yediriyor. Dolayısıyla on katı ödeyerek binilen uçak konforunu aramak yanlış. Açıkçası hayatımda ilk defa bir belediye otobüsünün bulutlar arasında viraj alarak gökyüzünde direksiyon salladığına şahit olmuştum. İşin tuhaf tarafı, bilmemkaç sayılı seferini düzenleyen o Ryan Air uçağında pilot her ne içmişse, yolcuların yarısı da aynısından ısmarlayacak kadar keyifliydi. Havada yalpalarken artan İtalyanca kahkahalara, yanımda zıplayan İspanyol çift “olé”  çekiyordu. Yine de yiğidi öldürüp, hakkını verelim: Low-cost havayolu şirketleriyle yaptığım diğer uçuşlar gayet sorunsuz geçti; fakat çekirgenin kaçıncı sıçrayışında olduğumu henüz bilmiyorum.

Aslında tanısanız çok seversiniz kerataları. Maalesef Türkiye’de bir şube açmış değiller; ancak cüz’i fiyata en yakın mesafeli Selanik’e gitmek ve ağızlarını açana kadar Türk zannedeceğiniz aşina bir kalabalıkla Avrupa deplasmanına çıkmak mümkün.

*

Devam edebilir...

Yazar Hakkında

Said Doğrul

Said Doğrul

İlk ve orta öğrenimini, gözünü açtığı şehirde tamamladı. Hukuk okumak üzere Bursa akvaryumundan İstanbul deryasına kulaç attı. Bir müddet tiyatro ile oyalandı, üç-beş kısa filmimsi çekti. İstanbul Üniversitesi Kamu Hukuku yüksek lisans programında temaşager, aynı kurumda Sosyoloji lisans talebesi. Sıfat değil, eylem olarak ‘yazar’lığını, editörlüğünü de yaptığı Fikir Adası e-dergisinin yanı sıra, sair süreli yayınlarda sürdürüyor. Şu an ise uzak ülkelerde, davulun sesinin geldiği yeri bulmaya çalışıyor. İleride cennetlik olmak istiyor.

 

Kafa Kâğıdı:       |  

Online dergiler Online dergiler