Bavul Dolusu Hikaye

Said Doğrul tarafından yazıldı. Aktif .

 

Tarih; fırtına öncesi cahillik. Saat; terlemeye müsait, gölge bulmaya elverişli.

Yüksek dozda hayal kurmuş bir çocuk, iki dörtlük ritimlerle yürüyor. Ağustostan ithal rüzgâr, kırışmış heyecanlarını düzeltiyor. Karşısında ismen tanıdığı, simaen tanışmadığı bir şehir var; stresin gevezeliğiyle, gördüğü her bakkala yol soruyor. Ağır ve büyük birbavul taşıyor: Kalmaya, kalıcı olmaya gelmiş... Prizde unutulmuş bir hırsla “yeneceğim seni ey İsta..” diye bağıracakken vazgeçiyor, beraberlik ile yetinmeye karar veriyor.

İçine ayrılık sığdırılmış bavuluyla bir adres arıyor. Haritası henüz koordinatsız, arkasına Fatih Camii’ni alıp, yokuş aşağı vurduruyor. Sonunda damlıyor gözüne beyaz bir apartman; selam veriyor geleceğine, artık her gün geleceği evine.

Dönüşte daha ‘ağır’ olacağını bilmediği bavulunu odaya getiriyor. Gülümsüyor. Ders çalışmak için saat başını, diyete başlamak üzere pazartesiyi bekleyip hayali dönemeçlere direksiyon kıranlar gibi, o da güneş ışınlarının kendisine dik açıyla geldiğini zannediyor: Her şey çok güzel olacak.

Dağın fareye hamile olduğundan habersiz, esniyor. İnsanın neden huzurluyken uykusu geliyor?

*

Tarih; “her şeyi bilecek kadar genç” zamanlar. Saat; akşam ezanından hızlı.

İstanbul yaşam demekti kendisi için; yaşanacak tüm şehirlere bedel, şimdiki zaman kipini tercih edip, “körpe diem” diye/bilmekti.

Evvela sağ taraf okul, sol taraf meçhûl olsa da, endemik hatıralar ‘gittikçe’ kök salacaktı saksısında.

Acelesi yoktu. Arnavut kaldırımlı sokaklardan geçip su kemerini sur zannetmek, Unkapanı’nda pilava ketçap sıkmak, Fevzipaşa Bulvarı’ndan taş kadayıf alıp ayaküstü halletmek, nargile dumanları arasında Kıztaşı’na yürümek, Ağaç Kitabevi’nin üst katında süngerin suyu emdiği gibi kitap hatmetmek, At Pazarı’nda kafa eskitmek, Fatih Camii minaresini tavaf eden kuşları izlemek, Sarıgüzel’de tek lavaşlı Urfa dürüm sipariş etmek için henüz vakti vardı.

Ancak mekân ve imkân mefhumlarının hemşehri olduğunu bilmiyordu. Her mekân ve imkânın bir son kullanma tarihi olduğunu da bilmiyordu.

Bıyıkları terlemişti, genellikle ‘mühim’ konularda el kütletti; “Ne olacak bu memleketin hali?” hafakanlarına boğulup, beylik sloganlar korosuna sufle verdi. Kelimeler bedava, noktalama işaretleri sudan ucuz, laf dinlettirmek paha biçilemezdi.

Yarına miyop gözlerle, yere düşen takvim yapraklarını izledi. Kornaya bastıkça trafiğin açılacağını zannetti. O sıralarda Beyazıt’ta güvercinleri kovalayan pembe montlu küçük kız hiç dikkatini çekmedi. Günsüz haftalar yerini hızla haftasız aylara bırakırken,yalnızlığının giderek daha gür çıktığını anla(t)madı.

Alarm saatini her seferinde erteledi.

*

Tarih; atkı takmak için erken, şemsiye satmak için çok geç. Saat, uzatma dakikaları.

Tarihî üniversitenin soluk benizli koridorlarında, hızlı adımlarla kırklı yaşlarında bir adam yürüyor. Güneş bulutlara teslim olmuş.Damlaya damlaya göl olan alınterine, soğuk birkaç katre katılıyor. Sınıfa girdiğinde uğultu kesiliyor; amfiyi dolduran yığının yarısı,O’nun giydiği takım elbiseden bir gün alabilmek için yaşıyor. Mikrofon başına geçen hocanın sesi ile hoparlörün yeknesak tınısı düet yapıyor. İlginç, kimse fark etmiyor.

Henüz birkaç yıl evvel, bizim yavrugen için “büyüyünce ne olmak istersin?” sorusunun cevabıydı O: Muhayyir üslup, muktefa hayat, muhkem karakter ve üç noktanın hacminde homojenleşen (t)onlarca sıfat...

O, hoca kelimesinin iyelik eki ve tahayyüllerinin ‘ev sahibi’ydi. Delikanlının eti ve kemiği O’na emanetti.

Asfaltı yeni dökülmüş bir yolda seyahat edeceklerdi. Yazık ki, yoldaşlardan her biri bavulun ağırlığını taşımaya üşendi; oysa “bavulsuz insanların bütün yolculukları günübirlik olmaya mahkûmdu[r]”.

*

Tarih; ceketi alıp çıkarken. Saat, limandan bir gemi kalkarken.

Üç senenin tıkıştırıldığı bavula, fermuar isyan ediyor. Mobilyaları bile toplanan ev, nadasa bırakılıyor. Eşyasız ve insansız kalan oda, silgiye muhatap olmuş boş bir kâğıda benziyor.

Yere birkaç damla düştü. Galiba gözüne toz kaçtı.

Keşke şarkılara bu kadar hatıra yüklemeseydi:

We put our feet just where they had, had to go

Never to go

 

Yazar Hakkında

Said Doğrul

Said Doğrul

İlk ve orta öğrenimini, gözünü açtığı şehirde tamamladı. Hukuk okumak üzere Bursa akvaryumundan İstanbul deryasına kulaç attı. Bir müddet tiyatro ile oyalandı, üç-beş kısa filmimsi çekti. İstanbul Üniversitesi Kamu Hukuku yüksek lisans programında temaşager, aynı kurumda Sosyoloji lisans talebesi. Sıfat değil, eylem olarak ‘yazar’lığını, editörlüğünü de yaptığı Fikir Adası e-dergisinin yanı sıra, sair süreli yayınlarda sürdürüyor. Şu an ise uzak ülkelerde, davulun sesinin geldiği yeri bulmaya çalışıyor. İleride cennetlik olmak istiyor.

 

Kafa Kâğıdı:       |  

Online dergiler Online dergiler