İki Yakamda İki Rozet | Sadi İnak

İskele Editörü tarafından yazıldı. Aktif .

İKİ YAKAMDA İKİ ROZET


Sağ yakamdaki, şu varoluşun hikayesi başlayınca, Yaradanım tarafından takılan "aidiyet rozeti"... Yani, "Kürt yaratılmak" rozeti. 

"Göklerin ve yerin yaratılması, renklerinizin ve dillerinizin farklılaştırılması (da) O'nun ayetlerindendir; bunda kuşkusuz bilgiye sahip insanlar için dersler vardır". / Rum suresi/22.

Demektir, ki Allah'ın herkesi farklı yarattığı ayetiyim ben.. İnkâr ve şirk'e kapılar her zaman açık... Bu farklılıkların İlahi hikmetlerini, kimler tartışırsa tartışsın, ama ben yokum o "kul iddiaları pazarı"nda!

Sol yakamdaki de, ben doğduktan sonraki, çetin hikâyenin rozeti;"aynılık rozeti"..yani, "Türk olmak" rozeti. Bu da beşer tanrıcıklarının siyasal rozeti! Her neyse, kısa bir tanımla mesele
şöyle; Kürtçe mektepli olmayan, ama Türkçe de bilmeyen bir annenin, Kürtçe konuşan hem de Türkçe mektepli evladıyım. Gurbetteyken anneye, tüm duygular, yitikler, özlemler ve sevdalarımı Türkçe yazabilecektim... Türkçe bilmezdi ya anam, şefkatli her ana gibi o şefkat okyanusu anam. Evladının ahvalini bilmek için, öz yavrusuyla arasına "mecburi tercüman" girerdi, her defasında. 

"Ayaklarının altındayken cennet", kafalarını cehenneme çevirdik, anaların.. Aile ortamında, akşamları radyodan gizlice dinlenen Kürtçe şarkıları, biz de dinlerdik gizlice.. Ve samimi. Mektepte de, sonradan öğrendiğimiz Türkçeyle marşlar-şarkıları da bütün avazımızla aşikâr söylerdik.. Yine samimi. İdeologların, kahpece kapanlarından, tezgâh arkası oyunlarından bihaber.. Ve kendilerine "İKİ ÖMÜR" biçilmiş, taptaze fidanlardık. Evet, iki ömürlüydük! "Kürt ömürlü" ve "Türk ömürlü" dallanıp, melez meyveler vermeye hazırlıyorlardı bizleri, o "insan ekenler"! Hep sır kalan beyinlerin dikmek istedikleri ekinlerdik. 

Tiyatronun içindeki ayrı bir tiyatroyu, dürbünle gösterselerdi yine kavrayamazdık, akıl gözüyle. Hâsılı kelam, gençlik ve bir şer, derken mahşer dönemi başlattılar... Aynı aileden, aynı kabileden, aynı mahalle ve köyden kimilerimiz, Kürt yaratılmışken Türkçülük elbisesi, kimilerimiz de Türk iken Kürtçülük elbisesi giymeye başlamıştık. Ve o siyasilerin gayri adil terazilerine, önce gram, sonra da kilo olmaya dönüşüvermiştik. Öyle taşkın sular geçirdilerki körpe köprülerin altından, gramı-kiloyu aşıp tonlara dönüşmüştük. Ve bir anda, mecrasını değiştirdiler suyun... Sonrası trajedi! Ve vay o eski mecranın haline! Vay yeni mecranın haline! Vay o berrak suyun haline! Her şey perişan ve biz perişan. Tek defa doğmuş bir canı, yine tek defa doğmuşlara aldırtıyorlardı para ağalarıyla kutsanmış siyasiler.

Ülkemizin, kırk yıllık ve ben gibi evladı bile olmayan siyasi sürücülerinden biri, adaletsiz Türkiye’nin adaletli "BABA" sı oluvermenin uçuşlarını yaparken, diğer bir sürücü de, kaos halindeki ülkemize "milli bir selamet" vaat ediyor, din'i darlaştırarak siyasi kabilesinin müminlerine ayaklarını yıkattırmakla adeta miraca yükseliyordu. Başka merhum bir sürücü de, "halkın cumhuriyeti" iddiasıyla bizzat halkının bağrına saplanmış üstelik paslanmış "altı ok" efsanesinin tekrarında ısrar ediyor ve "CIK-CIK'lı Türkçesiyle şiirler yazıyordu.

Yine, merhum diğeri de, karanlık Türkiye’yi tam "dokuz adet ışığıyla" aydınlatacağım diyordu. İşte, ülkemizi yöneten bu "Türk Rozet"liler, ücra köşelerde de "Kürt rozet"li ve planlı bir "öç-alan" doğuruyorlardı...

Ve olanlar oldu!

Birilerimizi "şahin", birilerimizi "gerilla", kimilerimizi "özel tim" ve birilerimizi de "korucu" yapmışlardı. Ve öyle ki, artık gözler rahmet değil nefret saçıyordu.. Yeni sevgililer adına, eski masum bakışlar mitralyözce olmuştu. Gık diyeni azı dişleriyle değil, TAZI dişlerimizle yemeye başlamıştık. Ve asuman sessiz, yerdeki topraklılar da sessiz seyirdelerdi. Her ŞEF, tıpkı Zeus gibi Güneşe, Ay'a ve Şafağa doğmamalarını emrediyor ta ki o tılsımlı bitkiyi kendileri bulsunlar da, düşmanlarına ebedi galebe çalsınlar diye.

"Peygamber Ocağı"ndaki Generaller ve kışladakiler, mahallemin ve köyümün başına bela olurken, mahallem ve köyümün "EKİLİ EVLATLAR"ı da Generallerin ve kışladakilerin başlarına bela olmuştu. Her ferdin kafasında ayrı fermanlar yazılı ve her solukta da karış-karış mezarlar kazılıydı... Her rozet sahibi, kendi İNSAN kaybını "şehadet" madalyalarıyla çoğaltacaktı.

Neredeyse ülkemizin adı değişecek ve "ŞEHİDİYE olacaktı. İlim diyarları, kaostan kozmos'a yürüyorken, biz kozmostan kaos'a yürüyecektik. En cazibi de; "TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR" diye fesat bir başlık kullanan " BÖYÜK" İstanbul gazetesinde, nasıl olduysa; "YOK, YARISI DA KÜRTLERİNDİR" eğiliminde yazılar yayına girecekti... Ve uslu kala-balıklar da bu ikili nifağı teleskoplarla izleyeceklerdi.. Ve bütün olanlarla olacaklar yamyam sistemlerin bizlere doğum yıldönümlerimiz için sunduğu "AZAP VE GAZAP HEDİYELERİ" olacaktı!

Ama, ne tufanlar kopardılar ve daha koparacaklarsa hala, ben, kabrime dek "iki rozet'le yaşayacağım. Şu, VATAN-SATAN, YURT-KURT, MİLLET-İLLET trafiğinden ötelerde, yeni baştan bir "ÜÇÜNCÜ ROZET" arayacağım."TÜRK'ÜN KÜRTTEN VE KÜRDÜN DE TÜRKTEN DAHA ESKİ, DAHA AZİZ DOSTU YOKTUR" diye. Bu gerçeği de, bana kaybettirdikleri yollarda bulursam şayet, andolsun bu defa en ilginç siparişi vereceğim; "ÜÇ YAKALI CEKET"! 

Ve üçüncü rozetimi takıp şöyle haykıracağım;

Ey şu aziz varoluşumu tar-ü-mar eden siz kan içicileri ideologlar, para-ağaları! Nefret ve öçlerinizden dua melodili şarkılar, türküler üreteceğim.. Zurnalarınızdan melankolik ney sesi üfleyeceğim.. Kalaşinkoflarınızdan kanun sesleri çıkartacağım.. Düşünce zindanlarınızı insanlık medreselerine dönüştüreceğim... Ve SEVGİ UTANMASIN diye İNSAN'a yakışan sevdalara koşacağım. 

Dinlerden türettiğiniz ideolojilerinizden, bir de gelenek ve ideolojilerinizden türettiğiniz dinlerinizden boşanacağım, ÜÇ TAŞ atarak. Bakir kafamla, yeni baştan ahenge ve hayra koşacağım. Terk edip sun'i kremalarınızı, eskinin kaymağı olan yoğurdunu arayacağım. Zenginlerin ne de dilencilerin asla olamayacağı bir ŞEFKAT COĞRAFYASI'nın hülyasını yaşayacağım.

Ve, "hey tek rozetli Türk", hey "tek rozetli Kürt", Yeter! Yeter! Bese! Bese!

Yetmiyor mu, İNSAN olarak var oluşum sizlere? 

KEFEN BİÇTİNİZ SEVDAMA, ben doğduktan bugüne... Peki, ya âlemler kadar büyük sevdama nasıl mezar kazacaksınız?

SEVDAM BÜYÜKLÜĞÜNDE toprağınız mı var, yoksa!

***

Fransa’da akademisyen olarak yaşamına devam ederken, iki yıl önce vefat eden Sadi Inak adına; yayınlatan, yeğeni Ömer Faruk Alimoğlu

Yazar Hakkında

İskele Editörü

Online dergiler Online dergiler