Devrim

Aykut Purde tarafından yazıldı. Aktif .

 

“Uydurma demeyeyim de yakıştırmacılık ilminin temelini atmıştık!”

Benim Üsküplü hemşehrim Yahyâ Kemâl’i kızdıran bir şeyler vardı, hatırlayalım: "İmlâmız, lîsânımız düzelince, lîsânımız da kafamız düzelince düzelecek; çünkü o da ancak onlar kadar bozuktur,  fazla değil!" diyordu üstad, rahatsız olduğu, âşık olduğu lîsânımızın bozulması, ırzına geçilmesiydi. Bu kaderi yaşayan diğer lîsanlara baktığımızda hep sömürüyü ve Beyaz Adam’ın hoşgörüsünü gördük. Kendi lîsânımızda ise bize tecâvüz eden yine kendimiziz, kendi devrimimiz, Dil Devrimi’miz.

Dil Devrimi’ni tartışmadan önce farkına varılması gereken 2 ana unsur var. Birincisi; bu devrimi ideolojik bir tartışma olarak görmekten kendimizi alıkoymamız gerektiği. Bu konuda ideolojilerimizle tartışmak bizi 90 senedir içinde bulunduğumuz çıkmazdan öteye götürmez. İkinci olarak yapılması gereken Harf Devrimi ve Dil Devrimi kavramlarını birbirinden ayırmak. Dil Devrimi’ni savunanların lâtin alfâbesini bugün konuştuğumuz “sâde” dilin temeli olarak görmesi de yanlıştır, Dil Devrimi’ne karşı olanların bu devrimin temeline Arap harflerinden vazgeçişimizi koymaları ve akabinde dilimizin bu sebebden yozlaşmış bir lîsânımız olduğunu savunmaları da. Yeni bir alfâbe isteği, 19.yy’ın ortalarından önce bir takım aydın tarafından dile getirilmiş bir talebdi, bunu salt Cumhûriyet’in bir getirisi olarak görmek yanlıştır. Zâten Dil Devrimi’nin yarattığı tahrîbat o kadar büyük ki, alfâbenin değişmesinin dilimize zarar verip vermediğini masaya yatırmak çok güç.

Dil Devrimi’nin başmîmârı, diğer bütün devrimlerde de olduğu gibi, Mustafa Kemâl. Onun direktifleriyle kurulan kurumlarda onun istediği bilim adamları, onun istediklerini yapmak için canla başla çalıştı. Aslında o dönemde dilde bir reforma ihtiyâcın olduğu şüphesiz. 19.yy’da “kafası karışmış” bir lîsan Türkçe var. Esas olarak Ural-Altay dillerinden olan Türkçe, Türkler İslâmlaşana kadar Orta Asya coğrafyasında dış etkilerden uzaktı. İslâmiyeti Talas Savaşı ile birlikte tanıyan ve kısa sürede Araplardan dahî çok benimseyen Türklerin lîsânının, Kur’an-ı Kerîm’in yazıldığı lîsan olan Arapça’dan etkilenmesi kadar doğal bir şey yok. Ancak Türkçe’yi neredeyse Arapça’dan fazla etkileyen dil Farsça. Bunun sebebi açık: Türkler İslâmiyetle tanıştıklarında komşu oldukları Müslüman kavim Araplar değil Acemler, yâni Îranlılar. Türkler İslâm’ı Îranlılar’dan öğrendi diyebiliriz, peygamber, namaz, oruç gibi kelimelerin Farsça oluşu tesâdüfî değil. En başlarda bu etkilenme daha çok kelime devşirmekten ibâret olmuş ve bu lîsânımıza zarar vermek şöyle dursun, zenginliğimize zenginlik katmıştır. Asıl sorun Osmanlı döneminde, dîvan şâirlerinin ve devlet erkânının Türkçe, Arapça ve Farsça’dan oluşan karma, ağdalı ve zamanla halktan kopan bir dil kullanmasıyla başlar. Gün geçtikçe Türkçe kelimelerin sayısı azalır, Fars ve Arap lîsanlarının gramer kuralları Türkçe’de etkin olmaya başlar. Tüm olumsuzluklara rağmen güçlü bir lîsan olan Türkçe, 19.yy’ın yenilikçi şâirlerinin/yazarlarının reformlarıyla olumlu bir sürece girer ve 20.yy’a gelindiğinde daha sâde ancak eskisinden daha güçlü ve en önemlisi “rayında” bir Türkçe vardır. Reform ihtiyâcı hâlâ çok açıktır; ancak gelecek parlak görünmektedir. Devrime kadar …

Devrimin başmîmârı olan Paşa’nın lîsan sorunu çözmek için yaptığı analizlerdeki iki hayâtî hâtâ, lîsânımızın bugün geldiği içler acısı noktanın en önemli müsebbibleri. İlki, geçen yazımda değindiğim lîsanda devrim olmayacağı gerçeğini göz ardı edişi. İkincisi ise, yazının başında bahsettiğim konunun ideolojik değil kültürel bir mesele olarak ele alınması gerekliliğini yerine getirmemiş olması. Paşa’nın Dil Devrimi’ne temel olan düşüncesi yeni kurduğu cumhûriyette Türk’ten başka unsur istememesiydi. Onun için Arap olan Fars olan ve bunları hatırlatan her şey geriydi, bunların hayâtımızdan derhâl atılması gerekiyordu. Lîsanda yapılmak istenen de tam olarak buydu, yüzlerce yıldır bizimle olan, hayat bulan kelimelerin lîsandan temizlenmesi için devletin tüm imkânları seferber edildiği gibi dağıtılan bildirilerle halk da, bu eski ve gerici kelimeler yerine yenilerini bulmak konusunda teşvik edilmeye çalışıldı. Bereket ki halk bu çağrıya pek îtibâr etmedi. İş Türk Dil Tetkik Cemiyeti (bugünki TDK)’ne kaldı. Görevi, dilden atılacak Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin yerine yenilerini, modernlerini, “Öztürkçelerini” bulmaktı. Bu uğurda kalem, “yağuş, yazgaç” yapılmaya çalışıldı, hikâyemize “ötkünç, sürkenç” dediler. Bu düpedüz bir soykırımdı, 4 sene içinde binlerce kelime bu şekilde katledildi. 1900’lerin başında 75.000 kelimelik Türkçe sözlük hazırlayabilen Redhouse, 1945’e gelindiğinde  “berkiten, baysak, örürme” gibi ucûbeler sayıldığında bile 12.000’ini geçemedi. 1936’da Paşa bile yaptığı hatânın boyutlarının farkına vararak bu yoldan dönme karârı aldı; ancak kelimeleri atmaktan vazgeçerken çözümü, lîsandaki tüm kelimelerin Türkçe’den geldiğini kanıtlanmasını emretmekte bulmuştu. Ona göre her kelimenin kökü, pek tabiî Türkçe’ye “uydurulabilirdi”. Böylece lîsâna hizmet etmesi gereken bir kurum, ilk yıllarını soykırımın memurluğunu yapmakla geçirerek lîsânımızdaki binlerce kelimeyi yok etmiş, 1936 sonra ise her kelimenin Türkçe olduğunu kanıtlamaya adamıştır. Salt ideolojik amaçlar uğruna, 20.yy’a girilirken yeni ufuklara yelken açmış olan lîsânımız, bir sebebsiz fırtına ile alabora oldu ve denizin dibini boyladı. 

Mustafa Kemâl’in iki konuşmasından aldığımız şu iki parça, lîsânımıza yapılanın absürdlüğü gözler önüne seriyor. İlki Gençliğe Hitâbe’den:

“Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”

İşte benim hayâl ettiğim Türkçe budur, Mustafa Kemâl, bir Osmanlı Paşası olarak ve Dil Devrimi’nden önce lîsânı kullanmada çok usta, Türkçe’yi en iyi kullanan hatiblerden belki de. Aynı adam, İsveç veliaht prensi için verdiği yemekte ise bunları dedi, Allah taksirâtını affetsin:

“Avrupa'nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar, bugün, en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: Baysal utkusu.”
 
Belki sömürüyü görmedik lîsânımızda, ama Dil Devrimi en kötü sömürüden daha kötü, en acımasız soykırımdan daha acımasız. Dil Devrimi’nin en önemli temsilcisidir belki de Nurullah Ataç, bu devrimle uydurma iliminin temellerini attıklarını îtirâf ediyor. Ne diyelim, Amazon’un “amma uzun”, Niagara’nın “ne yaygara” olduğu lîsânımızda, bu yazı hem Amazon ne Niagara!

Yazar Hakkında

Aykut Purde

Aykut Purde

Online dergiler Online dergiler