Yarım Şeyler

Osman Kibar tarafından yazıldı. Aktif .

YARIM ŞEYLER

Yarım kalmış aşklar yarım kalmış mektuplar yarım kalmış intikamlar yarım kalmış uykular (bölünmüş de olabilir) yarım kalmış generaller (albay, miralay cinsinden) yarım kalmış doc.dr.’lar yarım kalmış lise öğretmenleri... ve hepsi yarım: Yemekler, inekler (buzağıyken kesilenler) ama yarım nefret yoktu, yarım (azıcık) hamile yoktu, yarım elma vardı (o da sırf gönül almak içindi), yarım kilo domates biraz biber iki yumurta vee gelsin melemen! (Atgm. Kubilay mı, o da kimdi lan!) Yarım inşaat, Yarımcalı Yusuf (Kuyucaklı da olabilirdi), yarım yangalak (nedense hemen arkadan akla dangalak gelir) yarım kat çıkanlar, yarım yamalak iş yapanlar... Yarım işe karşılık yarım çiş zordur. Yarıyarıya, yarıcı (galiba ortak demek oluyor). Yarıcı ile Arıcı, Yarıcı ve Karıcı, Yarıcı & Darıcı Holding… Yardılar beni âbi... tam dört yerimden. Oysa intiharım sonrası yarmasınlar beni, otopsiden korkarım diye not bırakmıştım, dinlemediler. 

-Lan yarma!

-Efendim âbi?

-Töbe töbe... ancak bu kadar olur bi adam.

-Sizi anlıyorum.

-Hoppalaa bu da ne şimdi... Hani kendine saygı, hani kişilik, hani izzet-i nefis?

Aman arpa buğday yarmalar / Amman zeytinyağlı sarmalar

Sevdadan vereme karmalar / Madalyalar apoletler armalar

 

-Balak diyôm Balak... bildin mi?

-Gerçi malak gibi teleffuz ettiniz ama Elazizli Balak Gazi oluyôdu dî mi o.

-Yook, bak bunu ben değil siz dediniz. Hemi de hemen az önce demin şincik ramak kala ânında elan bir ân nâgehan... Ama haklısınız isabet kaydettiniz, kutluyorum.

-Hani bizim sokakta bi Nagehan Teyze vardı, hatırlar mısın?

-He yaa... hiç unutur muyum, hükümet gibi karıydı walla.

-Bi de kızı vardı Ayla diye bizim yaşlarda, bi assubayla mı ne evlenip gittiydi.

-Geçmiş gün yâhu, pek çıkaramadım. Neyse...

*

İşleri yarım bırakırdı, işlerini de öyle. Başladığı iki üniversite de bitmeden yarım kalmıştı. Yazıları kazıları yarım, bazıları da yarım. Bazıları yarımsever olur denmiştir, hem de yardımsever olmak varken. Bir elmanın iki yarısı, Dimitri’nin de karısı derdi, bir tekerlemeydi ve (b)öyle demeyi seçmişti. Bilir misiniz tekerlemelerin seçme ve seçilme hakkı vardır, sanılanın aksine bu durumu pek bilen yoktur, tekerlemeyi tekerlek bile sananlar da çıkmıştır zaman zaman.

Vecihi Beğ son günlerde gene düşünür olmuştu. Durmadan düşünüyordu, yalnızca düşünüyordu, vazgeçilmez bir düşünce düşkünü olup çıkmıştı. Bazen düşünme üzerine de düşündüğü oluyordu, yorulmuyor düşündükçe düşünüyordu. Yarım kavramı üzerine düşünmesi yarım kalmıştı. ‘Olsun, sözkonusu düşünme türünün adı bile yarım, yarıda kalması -bu yönüyle- kabuledilebilir bi şey oluyor’ diye de düşünmüştü.

Vecihi Beğ son günler olan o anki zaman diliminde düşünme’den akıl yürütmeye, faraziye nazariye tahmin teori önerme yakıştırma öylesanmaca arasında mekik dokumaya başladı. Sekiz ev ötede oturan emekli assubay bir Alpay Yılmaztaş vardı. Emekli albay adını andıran bir adı, üstüne tapulu evi, hepsi de kız iki çocuğu, sekiz yıl önce boşandığı eski karısı (karı kurtuldu diyenler de olmuştu), iyi bir emekli aylığı, dolgun bir çevresi... Kahvesi kumarı yoktu. Haftada bir, perşembeyi cumaya bağlayan gece mutlaka rakı içerdi. Büyük kız İzmir’de öğrenciydi, küçük için ise pek de iyi denmiyordu. Lise iki terk, onyedi yaşında, iyi yemek yapar, mükemmel sofra donatır, iki cep telefonlu, olgunlara ve biraya düşkündü. Bu gidişle otuzuna varmadan biragöbekli bir karı olup çıkacaktı. Karşı komşu Bahire Hanım’a bakılırsa bakire de değildi. Zayıfçana ama dolgun göğüslüydü ve bir gözü şehlâ. Etek giyerken görülmemişti. Kot ve tişört, saçlar kısa, makyajı yok ama rastladığı herkese söyleyeceği bir sözü vardı: İyi günler, nassınız Hayriye Hanımteyze, ayy sizin torun görmeyeli ne kadar da büyümüş, bak lazım olunca çekinmeyin, bi deniizz demeniz yeter, hemen koşarım, ayy yeni bi pasta tarifi öğrendim, bak itiraz istemem, Ebru’nun (torun adı galiba) doğum gününde yapçaam, bak unutursanız gücenirim walla ölümü görün baak n’oolur...

O gezme dönüşü sokak başında göründüğünde nerdeyse her kapı ve pencereden de bir baş görünür ‘deniizz’ seslenişi başlar, kız o kapı senin bu cam benim şu denizlik onun (öbür balkon Vecihi Beğ’in) zikzak çize çize, sözler vere vere, temenni ve dilekler suna suna evine varırdı, henüz izi gitmemiş vücuduna sinmiş orta yaş erkek kokusu eşliğinde. Üstünde her zaman parası olurdu. Babasının üçaylığını o yiyor, İzmirdekine bi şey kalmıyor, n’apsın zavallı kıredi mıredi ile okuyor gurbet ellerde, hem yurtta mı ne kalıyormuş (Aslında bu yanlıştı, kız anasıyla birlikte ve bir çatı katında yaşıyordu, içgüveyinden hallice, nafaka falan dümenleri tıkırındaydı). O biraz anasına benzer, ramazanda oruç bile tutuyômuş, adı da Sabriye. Aylânım (Ayla Hanım olmalı, assubayın karı) ille de rahmetli ninemin adı konacak diye diretmiş (yok bi de ninenin örekesi) assubay o sıra tatbikata mı ne gitmişmiş, kızın adı öylelikle böyle olmuş, yoksa dünya ters dönse koydurmazdı derdi. Aylânım küçük kız için bir şey yapamamış, çocuk altı Mayısta doğunca assubay ille de deniz diye tutturmuş (mâlum ya anarşitler o gün asılmış). Deniz Gezmiş’i pek severmiş, ne yani Hıdrellezde doğdu diye kızıma hıdıriye mi deseydim, zaten başımızda bi Sabriye var (Büyük kızı bi türlü tam sevememiş). Anam Vasfiye, teyzem Nuriye, kızım olacak haspa Sabriye... hepsinde var bi ‘iye’, yeter be iyelik ekine çevirdiniz evimi, bulmaca mı çözülüyô burda! Bu kadar Müslümanlık çok bile, Sabriye annesiyle beraber cennete uçacak biz de kanatlarına tutuncaaz... çabuk getirin nerde kaldı rakım bee! Haftada bi çilingirimiz var onu da çok görüyônuz, ille de sirozdan ölecêm var mı itirazınız? A-be seviyôm içmeyi rakı (Lüleburgazlı galiba, böyle cümleye öyle assubay) mayamız böyle karıldı bizim nice operasyonda içimiz yarıldı bizim. Sirozdan ölmek ama önceden siroza yakalanmak istiyôm, normal ölüm haram bana. İlk İttihatçı son Kemalist olmak istiyôm, Saroz Körfezini seviyôm çünkü Saroz’u ve siroz’u sevengiller familyasına mensubum, ille de yây-lâ-laar yây-lâ-laarr... raağt... zzrooll... uygun adım marrşş... (ii)leri! Beni bi de teğmen kompleksi bitirecek zaten yedi bitirdi ya... o kadar pırpır diziliyô kolumuza etmiyô bi yıldız, bu ne aşılmaz eşik bu ne sallanmaz beşikmiş, resmen tabu yâhu. Adıma bakan da beni albay emeklisi sanır, oysa yarım subayım yetersizim, az’ım, azsubayım. Oysa adım tamsubay adı, bi düşünün: Albay Alpay Yılmaztaş! Tam albay olacak adamım. Ama olmazdı gene de tamalbay yerine yarımalbay, yarbay geçidi var, hem de aşılmaz cinsinden. Ezcümle, sirozdan ölmek ardından Nirvanaya ermek, işte yaşam felsefem bundan ibaret. Nirvana dolaylarında ilk önce teğmen, Enver gibi rütbe atlayarak çabucacık (rakının yanında cacık ohfs...) hemencecik albay, sonra general o da yetmezse ordinalyus general mareşali olmak ve hep orada durmak, işte doyuma ermek budur ama reankarne riski beni ziyadesiyle ürkütegelmiştir. Ya yeni yaşamımda gene assubay olarak çıkarsam dünyaya? İşte o zaman papaz eriğini yedin demektir Em.Asb. Alpay Yılmaztaş Hazretleri! Çekemem dayanamam katlanamam tahammül edemem eririm biterim tükenirim olabilemez olmamalıdır, ölürüm yoksa. Yok, zaten bi kere ölmüştüm, öyleyse intihar ederim harakiri yaparım putuma taparım, binaenaleyh batsın bu dünya!

Kız zillii... sabrımı taşırma, zaten adın da Sabriye, bunlar hep anan olacak o karı yüzünden. Âh o gün tatbikat olmayacaktı, bilirdim ben yapacağımı. Tam yirmi gün sonra dönebildim, ipne yüzbaşının haberi olmuş tabii, telsizden bildirmişler ama bana gıcıktı çağırıp bi şey demedi. Zaten assubayları adamdan sayan subay çıkmaz. Ee isim tashihi için dava açmak mahkeme kapısı dolaşmak ha yarın ha öbür gündü falan derken kız oldu eşşek yarısı... Bak Ayla, a-ha buraya yazıyôm (parmağını yalayıp havada gezdiriyor) bu kız çook başımızı ağrıtacak, hiçbir sosyal yönü yok, neerdeki sosyalist olsun, çok beklerim ben çağdaş kızımla övünecek günleri. Yakında namaza niyaza da başlatırsın sen bunu. Bilirim ben seni, elaltından belletirsin Kuran okumayı falan. A-ha bak şuraya yazıyôm (bir buraya bir şuraya yazıp duruyor, ne kültürlü kahramanmış) askerlik şerefim ikiparalık olacak, bu gidişle orduevinde azbiraz itibarımız ve masamız vardı o da elden gidecek. Bi Allahın günü eline bi kadeh alıp da bana tokuşturmadın, bi gün bile mini bi etek giymişliğini görmedim, assubay dinlenme kampının yolunu bilmezsin. Tamam teğmen değilim, albay malbay olacağım da yok ama çağdaşım, modernim, ilericiyim... sen ve Sabriye olacak kızın heppiniz mollasınız mollaa... Âh hata bende yanlış kişiyle evlendim, baştan olmazı belliydi bu işin ama Deniz’i size bırakmııcaam!

Bu lafların edildiği günün ertesinde Aylânım, Sabriye’yi de alarak evden ayrılıp halasıgile gitmişti (Ana baba öleli yıllar vardı). Resmen ayrılık için yine de bir iki yıl sabretti. Bu arada kız İzmir’de okul kazanınca nafaka falan bağlanınca kadın kendi ve kızından ibaret dünyasında kozasını örmeye başladı (Bir rivayete göre Kozpınar Sokak’ta oturuyorlarmış).

*

Her zaman olduğu gibi bir zamanlar münasip bir yerlerde bir padişah ile onun bilge bir danışmanı varmış. Adam bi gün eldeki veri ve bilgilere dayanarak “padişahım, pek yakında içeni aptal yapacak bir yağmur yağacak, kaynaklar toynaklar dereler tepeler bu yağışla dolacak, yani kim, yağış o yağış... bi daha düzgün sağlıklı su bulunmayacak. Önerim şudur kim sarnıçlara, cıbırlara tiz temiz ve sağlıklı su istifleyelim. Hem biz içeriz hem sevgili halkımıza dağıtır bu beladan yırtarız” demiş (Rakı yok muymuş, rakı?) Öneriyi makul ve âkil bulan padişah aynen öyle etmiş. Durum, halka gaste ve tv’lerden duyurulmuş, birifinkler düzenlenmiş, afişler vb. canlılar asılmış. Çok geçmeden aptalıslatan yağmur sağanağı başlamış. Uyarıya kulak asmayan sevgili halk, yağmur sularından “iç babam iç” yapmış. Akabinde de cümbür cemaat kafayı yiyip küllüm edip cümlesi mâaile sıyırmış. Temiz su içmeyi sürdüren saltanat adresine “padişah ve bir zamanlar bilge biri olan danışmanı aptaldır, delidir ondan nâşi ne yapılsa yeridir” deyu saldırı düzenlenmiş. Durum kabak gibi apaçık ortada olunca padişah “needeceğük leng dânişmendbaşu” didikte ol âkil û ecell dânişman “pohu yimektense aptaleden suyundan nûş itmek ewlâdur, sevgili pirezandtım menim” dimiş. Gazaba gelen padişah “ülen dânişmentbaşu, men de senü bir adam belledüydüm, son önerin bu mu leng. İçmiyôm, teslim de olmuyôm anasını satiim. Biz bu tahtı bubamızdan miras bulmaduk (!)” demiş. Deyiş o deyiş...

Sulhi’ydi bu. Hep böyle yapar ‘deyiş o deyiş gidiş o gidiş veriş o veriş yiyiş o yiyiş’ diye bitirirdi.

Bi kadının beş tene bebesi varımış, onları çok severmiş, hep suda pişmiş yumurta yidiriyômuş ‘Hani ananıza yok mu, hepiniz yarımşar yarımşar virsengiz de ben de doysam’ diyômuş, analarına acıyan bebeler de tike tike bölüp veriyômuş. Kadıncağız ardından ‘Âh analar taş yising, yarımşar yarımşar beş yising’ diyômuş. Görüyông mu yılmazgüneyim, vaktiyle ne fidakar analar varımış. Genç cumhuriyet böyle analarıng omuzlarında yükseldi.

Sık fıkra anlatırdı ne de çok şey bilirdi bi assubaya göre. Kayseriliydi, dediğine bakılırsa anada atada vaktiyle ulemâlık varmış. Sık sıknöörüyông lan derdi. İşte biz de (hangilermiz?) silah arkadaşım toprağı bol olasıca Sulhi’yle -ki kendisini bi ateşsuyu partisi akabinde yitirdik- bu destandaki gibi Köroğlu ve Ayvaz misal ikimiz kalmıştık vaktiyle tee dağın başında, tatbikatta unutmuşlar almaya bizi tam beş gün altı gece... ama yanımızda sekiz büyük rakı ve bol meze vardı, gene de ayıp olmasın diye sözde aç bîlaç kıvranmış ayağına yattık, hem günlerce namıkkemal’den seçmeler dinledik Sulhi’nin ağzından (önemli şeyler anlatırken ağzını kullanırdı). Ödül mödül plaket şilt milt takdirname gırla gitti, subay milletiyle obiççim dalgamızı geçtik.

*

Yusuf, Yarımcalıydı ama irikıyım değildi, fakat yine de yarma bursa şeftalisini pek severdi.

Yusuf’un çolak kalması, yanaşma olarak büyütülmesi, herifin kızına tutulması, kızın da ona sokulması, halvet ve kâtip olması, herifin ölümü, kızından fettan kaynana dırdırı, hareketli yaşam arzusu, tabii Yusuf’un maaşı az, kafası da epeycene kaz. Genç karı taze gelin aç tabii, asılan kesilen bikerecik diye yalvaran çook... Hadi bakalım Yusuf’a köy tahsildarlığı yolları görünmüş, günlerce o köy senin bu köy benim, kaynanayla erkekaçı gelin evde vur patlasın çal oynasın, çilingir sofraları, sazlar kemanlar bi odadan öbür kucağa yığılmalar, hediyeler mecidiyeler... Derken bi gece vakitsiz eve dönen Yusuf manzarayı görünce... çekiyô altıpatları tabii, basıyô kurşunu veriyô dumanı hepsine, konak dönüyô harman yerine, oluyô bi eşkiya...

Yarımcalı, bunlardan âzadeydi, Kuyucaklı Yusuf’u falan bilmezdi okumayı sevmezdi. İşini de sevmezdi ama Em.Asb. Alpay Yılmaztaş’ın takıldığı meyhanede başgarsondu. ‘Yarımcalı... heyy Yarımcalı’ diye seslenirler, o da bunu duyunca hemen ‘buyruun efeemm’ diyerek masalara süzülüverirdi. Lâkabının adamı değildi, kimsenin adamı değildi. Evde ise tam bir cellattı, karısı da sanki bir attı, at gibi karıydı, hakkından -tahminlerin aksine- ancak Yarımcalı Yusuf gelirdi, pek mutluydular.

Suzan Hanım (Yarımcalı’nın karı) üçüncü çocuğa hamile olduğunu deyişinin yirminci gününün gecesiydi (yine bir cuma akşamı) masa donatımına nezaret eden Yarımcalı’nın çekilmesi ardınca Em.Asb. Alpay Yılmaztaş ‘Âh ülen âhh şu Yarımcalı’nın yarısı kadar olamadım be’ diye iç geçirdi, geçirir geçirmez aç karna bi bardak rakı daha salladı.

Deniz Yılmaztaş, sabun ve şampuan kullanmadan yıkanmıştı şimdi kendiyle ilgileniyordu. Nedense, omzundaki ben’i ovuşturmaya fazla zaman ayırdı. Babası içmedeydi. Üzerinde bornoz saç dağınık (ve târumâr, tenlerinde nem) havlusuz salona yürüdü mutfağa uğradı elinde bir elma belirdi kütürdeterek ısırdı, uzandı, bağı çözülen üstlüğü toplamaya gerek görmedi üçlü koltuk azıcık ıslandı tv açtı (dizifilim daha başlamamıştı) bir eliyle sol uyluğunu kaşıdı, ardından elmasından kocaman bi ısırık daha kopardı.

Vecihi Beğ, karısının durmakbilmez itirazına rağmen türlü tavizle besleme imtiyazı elde ettiği Minnoş’u gece doyurması için balkona çıkardı. Hava aşka çağıran ve ancak erbâbının sezebileceği binbir kokuyla bezenmiş gibiydi. ‘Evet, Naciye her dâim sevilmeyi hak ediyor ama iş aşka gelince hep kendime sakladığım bazı tereddütlerim var ve ne derse desin n’aparsa yapsın yarın marketten iyi marka bi mama alacağım, yetti be! Şöyle usulünce bi kedi de besleyemeyecek miyiz yani’. Bizli konuşmasına karşılık yalnız olduğunu fark etmekte gecikmedi ve bir ânlığına cüretinden ürktü.

 Osman Kibar

Paylaş


     Osman Kibar’ın Eski Yazıları

 

Yazar Hakkında

Osman Kibar

Online dergiler Online dergiler