Meşru Cinayet

Osman Kibar tarafından yazıldı. Aktif .

MEŞRÛ CİNÂYET

-Karar!

-...

-Gereği düşünüldü...

-...

-Türk Ceza Kanunu’nun ‘....’ ve ‘....’ maddeleri­ne istinaden, mahkememizce sanık İbrahim oğlu, Ayşe’den olma Ali Bülent Orkan hakkında yapılan yargılama neticesi, heyetimizin oybirliğiyle idamına karar ve­rildi.

-Sanığın bir diyeceği?

-Var!

-...

Ve sanık konuşuyor. Konuşma konusu olarak, hak­kında verilen idam hükmünü seçmediği görülüyor. Onun sözleri çok başka. Tok bir sesle, tane tane konuşuyor. Salonda çıt yok. Cübbeliler, korkuyla karışık bir ürperişle dinliyor. İçlerinden birisinin cübbesine sıkıca sarıldığı, üşüyormuş gibi iyice büzüldüğü görülüyor. İhtimal, hepsinin bir ömür boyu bu korkuyu yaşaması kaçınılmaz. Sanık da sanki bunu sağlamaya çalışır gibi, o minval üzre ve kim ölüme gönderilse, kâtillerine söyleyeceği tahmin olu­nan sözler ediyor.

Fikri, bundan sonrasını pek hatırlamıyor. Hele, mahkeme salonundan çıkışlarında ‘Sen de idam aldın değil mi?’ diye söz açtığında, Ali Bülent bir şey söylemişti. Ne demişti? Bu öyle bir şeydi ki, ardından ikisi de acı acı gülümsemişti. Bir türlü aklına gelmiyordu. Bu cevabı, Ali asıldıktan sonra koğuşta birisinin ‘Allah rahmet eylesin, Alimizi aldılar’ deyip ağlamaya başlamasıyla, hiç de yeri ve zamanı değilken hatırlayacak ve gülümseyecekti. Ali Bülent’in haberi götürülüşünden beş saat son­ra gelmişti. Kâtillerden önce, uzun uzun konuşulmuştu. Daha doğrusu o konuşmuş, koğuş yoldaşları dinlemişti. Kendinden sonra asılması beklenen iki kişiye ve diğer uzun hapis yata­cak kader arkadaşlarına öğütte bulunmuş, moral vermişti. İçleri güldür güldür çağıldarken onu dinlemişlerdi. Sonraları, onu ilahi bir gücün söylettiğine inanmışlar­dı. O kesinlikle nereye gittiğini, kendisini neyin beklediği­ni, hangi kucağın açılacağını biliyordu. Ar­tık o tamamen hazırdı. Mutlak kelimesinin derinliğini ince­leyenler, bu kavramı türlü tarifle izaha çalışır; eğer bu tesli­miyeti görselerdi, şüphesiz bu sırrı kolayca idrak ederlerdi.

Sonra sarılıyorlar birbirlerine. Şakakları sertçe vuru­yorlar yüzlerine... Ortadaki gerçek birisinin uğurlandığı ama, kimin ve nereye kestirmek imkansız. Sonra herkesle helâlleşip ‘Allah kurtarsın’ sözü ve yanındaki sekiz cellatla çıkıp gittiği görülüyor. Bıraktığı mektuplar var. Bunlar vedâ için değil, birer vasiyet. Ayrıca, son ola­rak Fikri’nin kulağına fısıltıyla ‘Sevenlerim benim için kaza namazı kılıp bir gün oruç tutuversinler’ diyor. Âh Ali, sana ömrümüz­den yıl eklense... Gitmesen olmaz mı?

Hey şehit, sana mezar ne gerek! Mezar biz âciz kullar içindir; günahlarımı­zı, çirkinliklerimizi saklamaya... Hesap ve ilk sorular soru­lurken, halimizi başkaları görüp de korkmasın diyedir. Se­nin böyle bir derdin mi var? Şehitlerin yeri Rasûlullah ku­cağıdır. Sen kanın ya da sıkılmış boynunla vardığında, orası senin için ne güzel sığınak olur... Bizden dua ister­sin; bilmez misin, senin şefaâtine ihtiyacımız var­dır. Ama ruhuna fatiha, sonsuz fatiha...

Islak, yarı yapışkan bir havada Ali Bülent’i hücre­sinden çıkardıkları görüldü. Herkes o ânı yaşamak istermiş gibi, yedi kilometre ötede uykusuz bekliyor. Ne de­mek dört yüz elli kişi... Bir âlem uyanık bu gece yarısı... Ve bu, ilk ge­ce yarısı uyanıklığı değil. Bu kaçıncı uçuş yuvadan, bu uçup da tutulamayan kaçıncı kuş Yârabbi!

Kâtiller sıra sıra durmuş, ortaya da darağacını kurmuş... Burası ona bir eşik... Bütün mizansen hazır. Kefene benzer bir örtü giydiriyor, ellerini arkadan kenetleyip bağlıyor, önüne bir yafta iliştiriyorlar. Son isteğin falan gibi bir şey soruluyor. Ola ki, sözlerim sevenlerime va­rır diye söylüyor. Yoksa, onlar lütfettiler diye değil. Şeytan oralarda dolaşmaktadır. Ama Ali’nin yanına yaklaşmak ne kelime, varlığını bile duyuramıyor. Ve oradaki ilahi koruyucular tarafından uzaklaştırılıyor. Şimdi, onu sehpaya götüren bu işle görevli meleklerdir. Kulağına yavaşça, müjdeler veriliyor. O bu halde ve sevinçli olarak, sadece cismi ipe bağlanıyor. Daha önceden boynu bir nur hâlesiyle okşandığından, gerçek anlamda ipi hissetmiyor. Ardından ‘dön’ emriyle birlikte, anla­şılması yasaklanmış ölüm geliyor. Artık o, bilinmez bir zaman ve mekâna doğru akmaktadır.

Bütün sevdikleri ve onu sevenler ‘Allah yolunda ölenler için ölüler demeyiniz. Onlar diridir, ama siz bilmezsiniz’ âyetine sığınıyor. Onlar için de bir tesel­li gerekmez artık; yalnız, dudaklardan fatihalar dökülü­yor...

Koğuşta bunlar yaşanırken, Fikri kendinin iki ay sonraki halini görür gibidir. Birden Ali Bülent’in sözleri aklına geliyor: ‘Ali Bülentsiz vatanın ... ...’ Fikri hafifçe gülümsüyor. Yoldaşları hangisine yanalım der gibi iç geçiriyor. Fikri, şimdi başka bir âlemde dost sohbetindedir; hepsi biliyor ve dudaklardan fatihalar dökülmeye devam ediyor.

Osman Kibar

Paylaş


     Osman Kibar’ın Eski Yazıları

 

 

                                                                                                       

Yazar Hakkında

Osman Kibar

Online dergiler Online dergiler