Düştüğüm Yollar Gibi

Erdem Umudum tarafından yazıldı. Aktif .

 

Şehitlerimizin Aziz Hatırasına...

Sair kullanımı bulunan ve ehli için oldukça zengin bir çağrışım zincirini tetikleyen bir mefhumdur yol. Hazreti Yunus’un dilinde “hakikat ve marifet”e ulaştıran “şeriat ve tarikat” mazmunun olarak karşımıza çıkar, Âşık Veysel’in dilinde hayata remzen… Fizikte de hareketli bir cismin hızını belirlerken “yol”un zamana nisbetine müracaat edilir.

Dücane Cündioğlu bir yazısında: “Aramak soru sormaktır; soru sormak yol adına ve yol için yoldan çıkmaktır.”[i] der. Sorulara olan iştiyakı cevaplara olan alakasını azaltmış biri olarak ben bu “yol”u tercih ediyorum.

İnsan, kural olarak, hâlinden memnun bir biçimde; belirli, öngörülebilir ve standart bir hayat yaşar. Bu hayat kültürü, tarihi ve inançları tarafından şekillen[dirilmişt]ir. Orjinalitesini ancak bu belli hayat tarzı içinde yaptığı “küçük şımarıklıklar” nisbetindedir. Bir hikâye anlatılır, soğanı çok seven bir topluluk sohbet ediyormuş. Biri diğerine sormuş: “Çok paran olsa ne yaparsın?”  Cevap vermiş: “Dünyadaki bütün soğanların cücüklerini yerim.” diye. O hesap…

Ama insan bu sıradanlık perdesinden bunalma eğilimindedir de aynı zamanda. İşte tam burada insanın beynine bir defa şüphe girmeye görsün [Yahut beyin bir defa şüpheye girmeye görsün] artık sorular arka arkaya gelmeye başlar ve bu sorular artık hayat yolculuğunu en azından durdurur. İnsanın hayatiyeti sona ermez ama işte hayat bildiğin hayattır akmaya devam eder ama insan ondan lezzet almamaya ve fikri olarak durmaya başlar. Soruların ciddiyetinin artması bu durağanlığı farklı yollara yönelme neticesini doğurur.

Mesela her sabah 7.30 da annesi tarafından ekmek almaya gönderilen çocuk “Neden?” diye sorduğu anda artık yeni bir yol aramaya başlamış olur. “Neden ben?” “Neden 7.30?” “Neden ekmek?” “Neden o fırın?” gibi herhangi bir biçimde sorulmuş olması neticeyi değiştirmez. Artık o çocuk ekmek alma yolunda durmuştur ve meseleye ciddiyetle eğilmesi nisbetinde yeni bir yol bulup o yoldan çıkacaktır ve tabi ki evin ekmek ihtiyacını ihmal etmeyip, ekmek ihtiyacını da gidermeye yönelik yollar arayacaktır.

Pek tabi bu örnek; Sanayi Devrimi sonrası Egzistansiyalist (varoluşa ilişkin) krize girmiş bir filozofun –Kierkegaard veya Sartre gibi- “Neden varım?” sorusunu sorması ile de değiştirilebilir. Zira bu soruyu soran filozof için de artık hayat yolu ve yolculuğu; hiçbir zaman eskisi kadar anlamlı, kabul edilebilir ve sürdürülebilir bir halde olmayacaktır.

Soru sormak, cevap elde etmeye matuf yapılan bir fiildir. Ve verilen cevap ile elde edilen bilgi, insan hayatını şekillendirir. Mesela bir kişiye saatin kaç olduğu sorun, vereceği cevaba göre hayatınızı şekillendirdiğinizi görürsünüz. Saat 4’te bir yere yetişmeniz gerekiyorsa ve saatin 3.45 olduğu bilgisini elde etti iseniz artık hayat sizin için hızlı akmaya başlamıştır. Bununla birlikte “Hayatın kaynağı nedir?” “Hayatı anlamlı kılan nedir?” “Ahlâk nedir?” “Çok tanrılılık mümkün müdür?” “Hak nedir?” “Adalet nedir?” gibi hatrı sayılır bir “ciddiyet” kazanmış sorulara alınacak cevapların hayatı ne denli değiştireceğini varın hayal edin! Bu ciddi sorulara verilecek ciddi cevaplar bir ferdin değil; bir cemaatin, bir cemiyetin ve hatta belki bütün bir beşeriyetin “yoldan çıkıp” yeniden -ve belki yeni- “yola girme”sine sebebiyet verir.

“Yoldan çıkma” ifadesi Türk milletinin fikir anlam dünyasında olumsuz anlam taşıyan bir deyimse de yanlış yolda giderken yoldan çıkmanın olumlu bir anlam kazanacağı aşikârdır.

Gidilen yolun, yoldan çıkmanın ve yeni bir yol tercih etmenin doğruluğu tartışılabilir burada. Teoman Duralı: “Süreklice yol ayrımlarında kalıp karar vermek, sonra da verdiği kararın muhasebesini çıkarmak, canlılar evreninde bir tek insanın alnına yazılmış kader olsa gerek. … Karar verip tercihte bulunmak hür olmak, hürlükse hak-ödev dengesini tayin etmek demektir.”[ii] der.

“Yoldan çıkmak” veya “soru sormak” canlılar evreninde bir tek insan tarafından yapılabilen bir fiil anlamı kazandığına [daha doğrusu yazar tarafından bu anlam kazandırıldığına] göre mevzu iyice ilginç bir hal aldı demektir.

“Yoldan çıkmak” bir tercih meselesidir. İnsanı insan yapan, sorumlu yapan da bu tercih “edebilirliği”dir. Bu tercihi yapma zorunluluğu bulunmamakla birlikte dilerse yapabilir yani hürdür. Bu hürriyeti o denli geniştir ki hürriyetini kullanmama hürriyetine sahiptir. Yani “soru sorabilen” yahut “yoldan çıkabilen” her varlık biyolojik olarak insan[beşer]dır. Bu soruları sorulara vicdanını tatmin edecek cevaplar bulan biyolojik insanlıktan, hakiki insanlığa geçer. Bu sorulara zamanı, mekânı aşan; âlemşümul cevaplar verenler de peygamberler, sanatkârlar ve filozoflardır.

Tabi bu “yoldan çıkma” veya “soru sorma” her ne kadar Dücane Cündioğlu’nun tabiri ile yola dönmek için yapılıyorsa da her zaman bu netice ile sonuçlanmayabilir. Yani başka bir yola girmek neticesi de söz konusu olabilir. Nazım Hikmet’in: “yani sen elmayı seviyorsun diye/ elmanın da seni sevmesi şart mı?”[iii] dediği gibi; kişi yola dönmek için yoldan çıkabilir ama bu yol, onu eski yoluna çıkarmak zorunda değildir!

Ancak, insan kendi tercihi olmadan başladığı ve yine kendi tercihinden bağımsız olarak son bulacak olan hayat yolculuğunu anlamlandırmak için, sonunda ölebilecek kadar değerli kılmak için “yoldan çıkma” veya “soru sorma” riskine girmelidir. İlla ki cevaplarını kendisi vermek zorunda değildir, daha önce verilmiş cevaplardan birini de benimseyebilir ancak “soru sormalı” “yoldan[ve/veya yola] çıkmalıdır”.

Ciddi ve gerçek soru sormak ve bunlara ciddi ve gerçek cevaplar bulmaktır ki bütün yolları anlamlı kılar. Soru sormak şüpheyi içinde barındıran bir hal olduğu için ve şüphe zihinde değdiği her şeyi tarumar edeceği için burada takip edilecek yol da oldukça sıkıntılıdır ve pek çok riski barındırır. “Hangi soruları sormalıyım?” yahut “Hangi yollardan çıkmalıyım[dönmek veya dönmemek umurumda olmadan sadece en doğru yolu bulmak için]?”bu konuda da Descartes[iv]’in “şantiye metaforu”na fikir vermesi açısından müracaat edilebilir: “Descartes bir “şantiye metaforu”na müracaat etmekte ve nasıl ki asıl binanın inşaatının bitimine kadar öncelikle, ancak muvakkat bir süre kullanılacak olan bir şantiye binasının yapılması lazım gelmekte ise, benzer şekilde asıl ahlâka ulaşıncaya kadar geçici bir süre ihtiyaç duyulacak olan bir ahlâk anlayışının gerekliliğini belirtmekte ve bunun için Muvakkat Ahlâk(Geçici Ahlâk ya da Ön-Ahlâk; ‘Morale Par Provision’ )kabul ettiğini belirtmektedir. Muvakkat Ahlâkın Dört İlkesi ise şunlardır:

“Birincisi, Tanrı’nın çocukluğumdan beri içinde yetişmeme lütuf ve inayet buyurduğu dine sağlamca bağlı kalarak, memleketimin kanun ve âdetlerine itaat etmek, başka her şeyde de kendimi, birlikte yaşayacağım kimselerin en akıllıları tarafından umumiyetle amel olunan, en ölçülü ve aşırılıktan en uzak kanaatlere göre idare etmekti./…”

“…/İkinci düsturum, elimden geldiği kadar işlerimden geldiği kadar işlerimde karar ve sebat sahibi olmak ve en şüpheli kanaatleri bile, bir defa kabule karar verdikten sonra, pek emin ve şaşmaz kanaatlermiş gibi daima sebatla takip etmekti.”

“…/Üçüncü düsturum, her zaman talihden ziyade kendimi yenmeye ve dünyanın düzeninden çok kendi arzularımı değiştirmeye ve umumiyetle düşüncelerimizden başka hiçbir şeyin tamamiyle elimizde olmadığına, dolayısıyla dışımızda olan şeyler hakkında elimizden geleni yaptıktan sonra, gücümüzün yetmediği bütün şeylerin bizim için, mutlak olarak imkânsız olduğuna inanmaya çalışmaktı.”

“…/En sonra, bu ahlâka sonuç olarak, insanların bu hayatta yaptıkları türlü işleri, içlerinden en iyisini seçebilmek için, bir gözden geçirmek istedim; başkalarının meşguliyeti hakkında bir şey söylemek istemem; fakat kendime gelince, yaptığım işte, yani bu tür hayatımı aklımı ,işletmekte ve kabul ettiğim metodu güderek gücümün yettiği kadar hakikatin bilgisinde ilerlemekte kullanmaya devam etmekten daha iyi bir şey yapamayacağıma inandım.”[v]

İmdi bu “yolların ve yoldan çıkışların bir sonu var mıdır?” diye akla gelecek olursa, Hüseyin Nihal ATSIZ’ın “Yolların Sonu” şiirinden bir dörtlük ile yazıyı sonlandırma fırsatı elde etmiş oluruz:

“İster düşün… Kendini ister hayale kaptır

Uzar uzar, çünkü hiç sonu yoktur yolların

Bakarsın aldanmışsın gördüğün bir seraptır

Sevimli bir hayale açılırken kolların.”[vi]

 

[i] CÜNDİOĞLU, Dücane; “Aramak Yola Çıkmaktır, Yola Çıkmak Yoldan Çıkmaktır”, Yeni Şafak Gazetesi, 2 Ağustos 2003

[ii] DURALI, Ş. Teoman; “Felsefe-Bilim Nedir?”; Dergah Yayınları; 2. Baskı, Mart 2009;  s.42)

[iii] HİKMET, Nazım; “Bütün Şiirleri”; YKY Yayınları; 4. Baskı, Nisan 2008; s.933)

[iv] Neden Descartes’ın tercih edildiği hususunda teferruatlı bilgi için Fikir Adası’nda daha önce yayınlanan “Descartes’ı Düşünürken” yazımıza bakılabilir.

[v] HOCAOĞLU, Durmuş; “Descartes Felsefesi’nde Bir Problem Alanı Olarak Ahlâk”; Doğu-Batı Dergisi; Sayı 4, Ağustos  1998, s.92-93 (Descartes’ın Muvakkat Ahlâk Kaideleri kısmı HOCAOĞLU tarafından, “DESCARTES, Rene; Metod Üzerine Konuşma, M. Karasan çevirisi, Bölüm: III., s.25-29” kaynak gösterilerek verilmiştir.)

[vi] ATSIZ, Hüseyin Nihal; “Yolların Sonu”; Ötüken Yayınları; 15. Baskı, Mart 2015; s.12

 

Yazar Hakkında

Erdem Umudum

Erdem Umudum

91 senesinde doğdu. Öğretmen lisesini bitirdi, hukuk tahsilini tamamladı. Sorulara olan merakı cevaplara olan iştiyakını azalttı. "Herkes koşar zıplar, bizimki yürüyemez..."

 

 

 

 

Kafa Kâğıdı:       

Online dergiler Online dergiler