Eleştiri: Hayvan Çiftliği | Kültür&Sanat

Kültür-Sanat Editörü tarafından yazıldı. Aktif .

HERKES EŞİTTİR; BAZILARI DAHA EŞİTTİR:

HAYVAN ÇİFTLİĞİ

Hayvan Çiftliği kendisini bir diğer kitabı olan Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ile tanıdığımız George Orwell ’in ( 1903–1950) akıcı ve merak uyandırıcı bir romanıdır.

Yazar George Orwell eserini 1943 ile 1944 yılları arasında yazmıştır. Kitap, Can Yayınları tarafından çıkartılmıştır. Kitabı İngilizce aslından çeviren Cumhuriyet gazetesinin Kitap ekinden de tanıdığımız Celâl Üster’dir. Çevirmen Celâl Üster kitabın daha önce iki farklı yayınevi tarafından çevrildiğini ve bu çevirilerden biri olan İnkılâp tarafından basılan eserin çeviri yanlışlarıyla dolu olduğunu, Halide Edip Adıvar’ın çevirisinin ise akıcı olduğunu belirtiyor.

Çevirmen Celâl Üster’in uzun bir önsözüyle karşılaşıyorsunuz ilk sayfalarda. Çevirmen, yazarı tanıtmış ilk önce; sonra eserden iktibas ederek olayları yorumlamaya gayret etmiş. Bu kısımları eserin anlaşılması açısından yararlı buluyorum. Celâl Üster, Cesur Yeni Dünya ile kendince ütopya kuran Aldoux Huxley’den Orwell’in ders aldığını metnine eklemiş. Hayvan Çiftliği’nde hayvanları konuşturan Orwell’in eseri de bir nevi ütopya olma özelliği taşıyor. Bu bakımdan Huxley’den epeyce etkilenmiş olmalı Orwell. Orwell, BBC’de radyo izlenceleri hazırlamış, İspanya İç Savaşı’nda yaralanmış, savaş muhabirliği yapmıştır. Stalin ve Hitler ile ilgili iki öykü yazdığını belirtiyor Celâl Üster.

Hayvan Çiftliği’nin bir alt başlığında “Bir Peri Masalı” yazar. Hatta bazı yayıncılar okuyucuların ilgisini çekmeyebileceği düşüncesiyle bu alt başlığı yazmaktan kaçınmışlar. Fakat bu kitabın sadece masal kadar akıcı yazıldığı söylenebilir, çocukların okuduğu masallarla alakası yoktur. Bu yüzden “Bir Peri Masalı” başlığına bakıp aldanılmamalıdır.

Yazar, Hayvan Çiftliği’nde çirkin suratlı domuzun Stalin’i simgelediğini belirtmemekle, anlatmamakla birlikte, kitap hakkında yorum yapanlar sonradan diktatör olacak domuzun Stalin’i simgelediğinde mutabık kalmışlar. Dolayısıyla kitabı okurken Napoleon adlı domuzun Sovyet Rusya’nın diktatörü Stalin olduğu gerçeğinden ayrılmayın. Orwell, Stalin’i o kadar yermiş ki kitabı baştan sona okuyan Stalin’e düşman kesilir! Gerçi Sovyet Rusya’nın tarihini okumadım, ama birkaç yerden okuduğum kadarıyla Stalin’in Hitler gibi uğursuz ve başa bela, tarihe adını kanlı harflerle kazıyan bir diktatör olduğunu düşünüyorum. Onun zamanında milyonlarca insan katledilmiş, kan gövdeyi götürmüş. Proletarya üzerinde Stalin hâkimiyeti kurulmuş. Buna “proletarya diktatörlüğü” desek yeridir. Kısaca onun devrinde komünizmin manifestosunu yazan K. Marx ve F. Engels’in yolundan sapıldığı görünüyor. Her halde bu iki teorisyen “Gidin, soykırım yapın.”dememiştir. Teoride yazılanların uygulamaya geçirilmediği intibaı uyanıyor bende. Yine de Stalin’in diktatörlüğüyle alakalı kitaplar okunması gerektiğini düşünüyorum dönemi daha iyi anlamak için.

Celâl Üster, Orwell’in Stalin’i domuz olarak betimleyecek kadar ondan nefret etmesinin sebebini bakın nasıl açıklıyor: “… Orwell gibi, Franco’nun faşist güçlerine karşı savaşmaya gelmiş insanların, 1937 Mayısı’nda, cephe içindeki siyasal karşıtlarını bastırmaya kalkışan komünistlerle çarpışmak zorunda kalmaları Avrupa Solu’nun tartışma gündeminden uzun yıllar düşmeyecektir. İspanya İç Savaşı’nda, Stalinci olmayan Sol’un Sovyetler Birliği yanlısı yoldaşlarının ihanetine uğraması, Orwell’in Stalinciliğe duyduğu nefretin odağını oluşturacaktır. Onun Sovyetler Birliği’ndeki sosyalizmden soğumasının tohumları bu olaylar sırasında atılmış olsa gerektir…” Peki, yayımlandıktan sonra Hayvan Çiftliği’ne nasıl tepkiler gelmiştir? Hayvan Çiftliği o yıllarda gençleri komünizm şırıngasından korumak için Avrupa’dan çok ABD’de liselerin okuma izlencelerine alınmış. Celâl Üster’e kulak vermeye devam edelim: “… Hayvan Çiftliği ile birlikte Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ‘nedamet getirmiş bir komünistin bütün dünyayı devrimin kaçınılmaz sonuçlarına karşı uyarmak için kaleme aldığı yapıtlar’ olarak birer Soğuk Savaş silahına dönüştürülmüş. Sol’un bazı kesimleri Orwell’i ‘karşı devrimci’ ilan etmiş; Sağ’ın kimi kesimleri de Hayvan Çiftliği ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü komünizme yöneltilmiş en güçlü yazınsal eleştiriler arasında saymışlar.”

Hayvan Çiftliği usta bir yazarın elinden çıktığı hemen anlaşılıyor. Bir de sanırım bu kitap türünün ilk eseri, çünkü hayvanları konuşturan, insan yerine koyan bir eseri ne işittim, ne de okudum.

Eser resimlerle desteklenmiş. Hemen her beş sayfada gördüğünüz resimlerle romandaki olayları zihinde canlandırmanız daha kolaylaşıyor.

Peki, romanda tasvir edilen domuz Napoleon nasıl bir Stalin? İlk önce hayvanların çiftliğe nasıl hâkim olduklarını anlatalım. Hayvanlar bir gün sömürüldüklerini, haklarının insanlar tarafından yendiğini düşünüyorlar ve isyana karar veriyorlar. İsyan çıktığında çiftlik sahibi isyanı durdurmak şöyle dursun, çiftliği terk etmek zorunda kalıyor. Çiftliği kimin yöneteceğine dair oy kullanıyor hayvanlar. Fakat Napoleon yanındaki köpekleriyle bütün hayvanları korkutunca oy birliğiyle reis seçiliyor. Napoleon’un rakibi domuz Snowball ise Napoleon’un üstüne saldığı köpeklerden paçayı zor kurtarıyor.  Napoleon, Hayvan Çiftliği’nin reisi domuz öldükten sonra zorbalıkla başa geçen bir diktatör olarak romandaki yerini alıyor. Napoleon, Hayvan Çiftliği’nin ilk reisinin ortaya çıkardığı Yedi Emir’i zamanla yok ediyor. Bu çiftlikteki hayvanlar Napoleon’un korumalarından (köpeklerinden) korktukları için seslerini çıkartamıyorlardı. Bir şeye itiraz etseler köpekler “hır”layıveriyordu. Bu Napoleon adlı domuz insanlara karşı savaşan Snowball’ın itibarını zamanla unutturdu hayvanlara. Ne zaman Snowball bir olay hakkında kötülense hayvanlar olayın öyle olmadığını anımsıyorlar, ancak Napoleon’un, benim tabirimle, provokatörleri, şakşakçıları Squealer hayvanları yalanlıyor, hafızanın insanı yanıltabileceğini hayvanlara aşılayarak onları kendi söylediklerine inandırıyorlardı. Squealer sürekli bu işi yapıyor, gerçekte “iyi” olan Snowball’ı “kötü” olarak zihinlere kazıyordu. İnsanlarla ilişki kurmak yasak olmasına rağmen kendi kafasına göre Yedi Emir’i değiştiren Napoleon insanlarla ilişki kuruyordu. Hatta çiftlik işlerini yürütmek için bir avukatla bile anlaşmıştı. “Dört ayaklılar iyidir, iki ayaklılar kötüdür.” parolasını ağızdan düşürmeyen hayvanlar zamanla “iki ayaklılar da iyidir.” şiarını benimsemişlerdi. Diktatör Napoleon gücüyle her şeyi yaptırıyor, topluluğa hitap edebilme yeteneği sayesinde gönülleri kazanıyor, her yaptığının doğru olduğuna hayvanları ikna edebiliyordu. Zihinleri resmen allak bullak ediyordu Napoleon ve kışkırtıcıları Squealer. Bu hayvanlar bir de komşu çiftliklerdeki insanlarla savaşmak zorunda kalıyorlardı. Yaptıkları yel değirmeni bu yüzden sürekli yıkılıyordu. Romanın son bölümünde Napoleon komşu çiftliklerden birinin sahibi olan Bay Pilkington ile anlaşıyor. Bir masada domuzlar ve insanlar kadeh tokuşturuyor, kâğıt oynuyorlar. Hayvanlar bunu pencereden izliyorlar. Bay Pilkington ile Napoleon’un aynı elde maçı ası çıkarması ortalığı birbirine katıyor bir anda. Kimin hayvan kimin insan olduğu anlaşılamıyor.

Bir diktatörün sadece güçlü olması yeterli değildir, onun aynı zamanda kitlelere seslenebilme yeteneği de olması gerekir. Burada resmedilen Napoleon adlı domuz hem kitleleri kuvvetiyle korkutan hem de onları yatıştırmasını bilen bir hatiptir. Kendinden önce tahta oturanların uygulamalarına saygısızlık etmiş, kendince değiştirmiştir. Dolayısıyla Stalin’in Lenin’in icraatlarından farklı bir yapılanmaya doğru gittiği söylenebilir. K. Marx’ın teorisinin ne kadarının hayata geçirildiği ise tartışmaya açık bir konudur.

İyi okumalar…

Online dergiler Online dergiler