Namıdeğer Sulhi

Osman Kibar tarafından yazıldı. Aktif .

NÂMIDEĞER SULHİ

Sulhi sokakta yürümektedir.

Arkası basılı yumurta topuk, sivri burun ayakkabı kabarasının arnavut kaldırımlardan yankılanan eşit aralıklı sesini bütün sokak dinlemektedir. Beyaz gömleğin üstten dört düğmesi açık, düşük sol omuzdan düşüp düşmemekte kararsız laci ceket... Aynı kumaştan dikilmiş takım yeleğin küçük sağ cebindeki Serkisof marka şimendiferli saatin gümüş kösteği iliklerden birine geçirilmiştir. Sağ elde has oltutaşı otuzüçlük tespih parmaklar arasında mekik dokumakta, tane şakırtıları sokak başından bile duyulmaktadır. Saçlar briyantinli ve bıyık uçları özenle burulmuştur. Kehribar ağızlık üst, cigara tabakası sol alt yelek cebindedir. Eftalya Hanım’la geçirildiği belli gecenin izi sinmiş hafif şiş gözler, sinekkaydı tıraş... Asıl önemli ayrıntı otuz santim enindeki ispanyol paçalardır. Adım atarken birden genişleyen ve sağa sola savrulan sörf müsveddeleri, yeteri miktar yol tozu savurtmaktadır. Beyaz çoraplar merserizedir. Gece vakti olsa naralanmaya hazır bir ağız susta beklemektedir. Susta bekleyen ikinci şeyse sol arka cepteki sustalı bıçaktır. Sulhi hep bu kılıkta ya bir yerden gelmekte ya da bir yere gitmektedir. Mahallenin okumuş ama bozulmamış çocuğu Mümtazer Beğ’e her rastgeldiğinde selam ardınca sağ elini kalp hizası kaldırıp pat diye vurarak ‘eyvallah koçum’ demektedir.

Hayır, böyle değil döküğün tekiydi.

Daha çok şöyleydi:

Tırtıl bıyık çiçekbozuğu surat çipil göz kayık bakış seyrek saç apış yürüyüş dudak kıyısına iliştirilmiş cigara kokan ağız sararmış diş cızırdayan ses biragöbek çökük göğüs yıkık omuz...

Sulhi içine kapanık ve doğuştan şerefsizdi.

Adı bile Sulhi’ydi, daha n’olsundu (Yani öyle başa böyle tarak, olacak şey değildi). Bu yetmezmiş gibi, tuhaftır ve niyedir bilenmez nâm-ı diğer yerine Namıdeğer Sulhi diye nâm salmıştı (Adını nâm eylemiş türünün tek ve son örneğiydi). Adı böyle olanların şerefsiz olması gerekirmiş cinsinden şerefsizlik ederdi. Etmek için ayrı bir çaba göstermesi gerekmezdi, doğuştan buna yatkındı. Oluş yönüyle şiddete eğilimli kökten edepsiz dipten bacaklı sırıtık bakışlı dötü yere yakınlı, ters uzamış boylu esmer soylu bir hırboydu; tam bir lavuk ham bir denyo ne menem bir dingil olacağı o günden belliydi. Küçük veletleri yüksekçe bir yere çıkarır “Hadi lan bi fırla da kainat fırlama görsün” derdi. Eh haliyle zavallı sabinin yüz surat dümdüz...

Daha beş yaşında var yokken evdeki kedi eniklerinden birini kucağına almış, ilk önce sevip sıvazlamış hiç beklenmedik bir anda boğazını sıkmaya başlamış, kendisi henüz küçük olduğundan sıkma işi uzadıkça uzamış, sonunda hareketsiz kalan pisi yavrusu nalları dikmiş. Sulhi, tam yedi gün ellerinde tırnak çiziği dolaşmış. Ardından kuş yuvalarına dadanmış. Zavallı cikciklerin boynunu koparmakta hiç zorluk çekmiyormuş. Yenlerine burnunu silmek, oyun arkadaşlarının yüzüne tükürmek, üstünü çamurlamak, altını pisletmek, yatağına işemek, hela duvarına bokunu sürmek, kızlara pipisini göstermek... Ama kendince sevimliymiş, uzatılan parayı alana kadar güler sonra dilini çıkarıp böö yaparmış. Eh çocuk işte derlermiş, büyüyünce adam olacak. 

Sulhi’nin belirlenmiş ve bilinen mahalle faaliyetleri şunlardı: 

-Şırınga artıklarını toplayıp daha önce çuvallama yapılmış kedilere iğne vurma. Zavallı pisicikler akşama kalmadan nal dikmeleri oynamak zorunda.

-Kedi eniklerini çuvala doldurup havuz, uygun havuz yoksa çeşme yalağına atma.

-Fare kuyruğuna makara ipliği dolayıp salma, deliğe girince geri çekme.

-Saksağan yavrularıyla top oynama.

-Kuş bicilerinin elle başını koparıp kedilere yedirme.

-Kedi tıraş edip ıslatılan hayvanı kireçle badanalama.

-Solucanlara çubuk sokup içini dışına çıkartma.

-Sapanla kurbik avlama.

-Köpeklere otuzbir çektirme.

-Ekipbaşı olarak toplu köpek ırzına geçme

-Sulhi’nin en ünlü gösterisi ise canlı fareyi sobaya atıp ‘kokuya bakın lên’ demesiydi.

Uslansın diye hocalara götürdüler muska yazdırdılar yedi cami gezdirdiler, olmadı.

Gün geldi Sulhi büyüdü.

Büyüyene kadar kızamık çıkardı kabakulak oldu. Tam büyüdü derken sünnet vakti gelip çattı. Ufacık bebelerin yanında eşek kadar bir Sulhi... Sünnetçi bu da ne lan mostralık deyip bastı usturayı. Dişini sıkıp ağlamadı ve tam bir hafta evden adımını atmadı. Gelen hediyeleri istifledi, gelmeyen hediyeler için ev dolandı, öpmedik el bırakmadı. Yeni gelinlerin elini öper gibi yapıp bir güzel yalıyor, öbür eliyle siliyordu. Lanet şerrine üçe beşe bakmayıp eline para sıkıştırdılar. Hasta ayağına yatıp sağlık ocağındaki hemşirelerin kucağına yığılmalar, meme ellemeler, bacaklara çimdik, apışlara parmak, butlara avuç... Millet küllüm edip usanç getirdi. Yolda gördüğü tazelere n’aber zilli, yol belledin büfeyi nerde büyüttün küfeyi ayvalar da çiçek açmış gel şöyle beş dakka sotaya geçelim hadi iki beşlik bozalım akşama çıksana bak sana ne gösterecêm vs. demelerin ardı kesilmedi. Mahallede eskiden pek dikkat çekmeyen kaybolma ve yer değiştirmeler de artmaya başlamıştı. Kırılan cam geceleri beliren karaltı serhoş naraları çürük göz kırık kol okuldan kaçmalar hocânımları elleme, hocadamlara sövme kızları parmaklama arkadaşları yumruklama...

Her zamanki Sulhi’ydi: Gözlerinde beliren kayıklık yüzde çentik izi yamuk diş tükrük saçan bir ağız düşük omuz kepçe kulak eğik burun dağınık saç paytak adımlar...

Sulhi ailesi için utanç herkes için bitmez bir usançtı.

Elde çekiç herkesi çivi gibi görüyordu.

Birkaç defa içeri düştü, üçer beşer ay yatıp çıktı.

Ağzından çıkanı kulağı duymayan, elinden geleni ardına koymayan, bir şeyi birilerinin burnundan fitil fitil getiren, gözünün üstünde kaşın var diyen, çiğ yediği için karnı ağrıyan, ensede boza pişiren, dilinin altında bakla ıslanmayan, cigarayla birlikte evlat oluşunu da kulak arkası yapan, düşene bir tekme de benden uçan kuşun kanadını kırmak gerek diyen, ümüğüne kadar boka bulaşmış, höt dediysek n’olmuş âlem döt olmuş atasözünü ilke edinmiş bir Sulhi, geleceğin potansiyel mafya babalarından biri olabilirdi ama kapasite yetersizdi, ufuksuzdu, aptaldı, aptallığı hayat tarzı edinmişti, ibadet eder gibi kötülük yapmıyordu, kötülüğü din eylememişti, sıradandı, hatta çizgi altı bir yerlerdeydi.

Sulhi beş kardeşin üçüncüsüydü. Babası iyi bir adamdı, anası dersen cennetlik, kardeşler kezâ hayırlı evlat. Gelgelelim Sulhi sütübozuk cinsindendi. Karı koca yıllarca düşündü ama kendilerinde hayırsızlıkla ilgili bir açık nokta bulamadılar. Zavallı baba ‘Allah’tan imtihandır, sabredeceğiz’ deyip evdeşine teselli veriyordu. Yine de Sulhi’nin tek itaat makamı babasıydı. 

İstemeye istemeye askere gitti. Her hafta harçlık istedi, yedi kere kaçtı, iki subay beş assubay on dört er ve erbaş dövdü. Kendisi içhizmet’e uygun sistematik işkenceden özel nasibini ayrıca aldı. Kahraman orduya kabul sınırlarını zorlayan saygılar sundu. Hasbi Tembeler adında aslen Kandıralı olup halen Hacıhüsrev’de ikamet eden genç ve girişimci bir işadamıyla tanıştı. Tezkereden sonra İstanbul’un anasını ağlatmaya sözleştiler. Ama bu iş yürümedi. Hasbi, tezkere öncesi son kaçış keyfi sürdüğü bir pavyonda kimvurduya gitti. 

Baba allem etti kullem etti altından girdi üstünden çıktı boyun büktü el öptü araya siyasileri falan koydu, olmazı oldurdu, Sulhi’yi belediyede işe soktu. Fakat Sulhi masabaşı adamı değildi (Hiçbir şeyin adamı değildi, dünyada adamlık diye bir kavramın varlığından bile habersizdi). Rahat durmayacağı zaten belliydi fakat Reis Bey’i döveceğini yine de tahmin edememişlerdi.

Sayısını unuttuğu işe girip çıktı. Makine bozdu tezgah kırdı, sonunda berberliği sevdiği anlaşıldı öğlene kadar uyuduğu için işe hep geç gitti erken döndü. Ama eli kırıktı sinekkaydı tıraş eder, adamı koltukta uyuturdu. Bu sayede eli para da gördü. Ama dünyanın göreceği şeyler henüz bitmediğinden işinde sebat etmesi beklenemezdi. Başta ustası olmak üzere esnaftan haraç istemeye başlamış, kifayetsiz bir muhteris olup çıkmıştı. 

Sulhi’ye mahallede sadece Naciye Karısı sahip çıkıyor ‘Ayy ne hoş çocuk, anlamıyorsunuz, onun ilgiye ihtiyacı var (nerden öğrenmişse) Sulhi kendini ancak bu yolla ifade ediyor, özel tercihi ayol’ diyordu. Naciye emekli kuaför olmanın getirdiği özgüvenle berber kalfası Sulhi’ye sahip çıkıyor değildi, belli bir art niyeti de yoktu. Yaşı elverse Sulhi’ye neler neler verirdi.

Sonunda evlendirelim, belki yola girer dediler, birkaç âkil kişi ise aksini savunup ‘yakmayın elin kızını’ dedi. Naciye bu aşamada Sulhi’nin ehl-i namus bir kızla evlenmesine taş koymadı. Elinin altındakilerden birini tavsiye etmekten ısrarla kaçındı. Çünkü o eski işine profesyonel ağlarla bağlıydı. Sulhi’den iyi bir pezevenk olmayacağını, standartları zorlayacağını raconu bozacağını ve mesleğin içine edeceğini biliyordu.

Sulhi kimseyi şaşırtmadı, tahminleri haksız çıkarmaya uğraşmadı; beklenen şeyler oldu.

İşe karısının bileziklerini satıp yiyerek başladı, çeyizi tüketti. Baba homurtusu duyulunca hız kesti. Bebelerin doğum hediyelerini örgütledi. Ama asla karısını el işine göndermedi, üzerine gül koklamadı, ona bağırdığı bile görülmedi. Kızcağız kocasına bir kere ağlarken yakalandı, Sulhi utancından evden kaçtı halasıgilde kaldı (Denilene bakılırsa, perdeleri kapalı bir odada tam iki hafta geçirmiş). Yine de mayasının hükmünü icra mecburiyeti vardı. Alışkanlıklar, zaaflar ve yenmesi gereken haltlar onu bekliyordu.

*

Ne içki ne sıçkı ne de yediği dışkı, onu bitiren sapkın hayat tarzı da değildi; yaratılıştan gelen eğilim ve güçlü baskı unsurlarına direnememişti.

Geriye gözüyaşlı bir eş ve iki çocuk bırakacağı tahmin ediliyordu.

Öyle de oldu...

Bir gün vurdular, üçüncü vuruluşuydu ve öldü.

                                                                                                       Osman Kibar


     Osman Kibar’ın Eski Yazıları

Yazar Hakkında

Osman Kibar

Online dergiler Online dergiler