Genç Bakan Kimdir Biliyor Musunuz?

Ülkesinin 2023 vizyonu için fikir beyan edecek olan ve geleceğinin çizilmesinde aktif rol almayı hedeflemiş “genç” kitlenin buluştuğu “ULUSLAR ARASI GENÇLİK ŞURASI” organizasyonunun bir katılımcısıdır!

UGŞ11 organizasyonu, 24-27 Mart tarihlerinde Grand Hotel’de gerçekleşiyor. Farklı ülkelerden gelecek olan katılımcılarla, Türkiye’nin mevcut bakanlıkları incelenecek ve bunun yanında Türkiye’de henüz kurulmamış ancak entegre edilmesi hedeflenen yabancı bakanlıklar değerlendirilecek!

Geleceğin gerçek sahibi “gençler” in fikirlerinin son derece önemli bulunduğu bu organizasyonun sonunda alınan kararlar ve yapılan değerlendirmeler bir rapor halinde T.C Başbakanlığı’na sunulacak.Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılı 2023 vizyonunun çizilmesinde bu rapor aracılığıyla “gençlik” aktif bir rol almış olacak!

Organizasyonda şu an ülkemizde bulunmayan “Gençlik Bakanlığı”nın, Genç Bakanı olarak görev alacağımı burada gururla belirtir, organizasyon boyunca yapacağım gözlemleri bir sonraki Fikir Adası sayımızda sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyacağımı bildiririm. J

http://ugs11.com/

Tatlı Dil

Amerika’nın 5.Başkanı Abraham Lincoln, düşmanlarına çok yumuşak bir dil kullanırdı .

Bazıları bunu hoş görmeyerek sordular:

–Düşmanlarını yok etmek varken, onları okşamanızı anlamıyoruz.

Lincoln, onlara şu cevabı verdi:

–Düşmanları kendimize dost etmekle, onları zaten yok etmiş olmuyor muyuz?

Yazarların Gariplikleri

Dickens  romanlarını büyük, görkemli çalışma odasında kaleme alırmış. Düzgün bir el yazısı ile mavi renkli kâğıtlar üzerine, kâğıdın rengine yakın tonda mürekkeple yazarmış...

Edgar Wallace ise, çalışmaya başlamadan önce bir işçi tulumunu giyer, sonra da kendini hava akımından korumak için çevresini cam paravanlarla çevirttiği büyük bir masanın başına geçermiş. 

Bir yandan durmadan şekerli çay içer, öte yandan da bir "dictaphon"a konuşurmuş. Böylelikle dakikada 60 sözcük yazabilirmiş. Ünlü dedektif romanları yazarı, genellikle gündüzleri uyur, geceleri çalışırmış.

Mark Twain da yatakta yazanlardan... Yatağa uzanıyor, kâğıtları dizinin üstüne yerleştirip başlıyor kalem oynatmaya... Yazdıklarını yatağın üstüne ya da yere atıyor. Yanındaki komodinden piposunu doldurup boşaltırken yararlanıyor. "Bana güzel bir yatak verin, size ölmez başyapıtlar vereyim." sözü onunmuş.

Walter Scott, erkencilerden. Sabahleyin çok erken kalkar, kahvaltı yapmadan yazı masasına otururmuş. "Ivanhoe" adlı ünlü romanını ise hemen hemen çalışmasına hiç ara vermeden, gece gündüz bir çırpıda yazıp bitirmiş.

Alexandre Dumas, en yeni, en süslü giysilerini kuşanıp yakasına da bir çiçek yerleştirdikten sonra otururmuş yazı masasının başına. O da hiç ara vermeden çalışırmış. Hatta, söylentiye göre, romanını bitirmeden evden çıkmamak için ayakkabılarını ve çalışma odasının anahtarını hizmetçisine verirmiş.

Balzac, başucunda yanan bir mum olmadan hiçbir şey yazamazmış. Kahve tiryakiliğiyle de tanınan Balzac'ın bir başka özelliği ise, çoğu zaman yazı yazarken başına bir yün atkı sarıp ayaklarını da suya sokması... Öyle ki, onun bu adetini abartıp roman yazarken keşiş cübbesi giydiğini bile söyleyenler var!Balzac'ın bir alışkanlığı da, her gün mutlaka belirli miktarda yazı yazması... Sözgelimi günde 50 sayfa yazmaya karar verdiyse, dişini sıkıp 50 sayfayı dolduruyor. Belirli bir yerde, diyelim 30. sayfada takıldıysa, formunu kaybetmemek için kopya ederek dolduruyor...

Wordsworth, hiçbir yapıtını evinde, çalışma odasında yazmamış. Bu ünlü İngiliz şairin hizmetçisi gelen ziyaretçinin bir şey sormasına fırsat bırakmadan şöyle dermiş: " Burası efendimin kitaplığıdır. Kendisi şimdi çalışma yerinde; kırlarda bayırlarda dolaşıyor.

Bernard Shaw, evinin bahçesine bir kulübe yaptırtmış ve tüm yazılarını burada kaleme almış. Shaw, kendine göre geliştirdiği bir steno yazısı kullanırmış. Daha sonra daktilo ile yazmaya başlamış. Ancak, silik şeritlerden nefret edermiş. Şerit silikleşince, makineyi kaptığı gibi tamirciye götürür, şeridini değiştirtirmiş.

Schiller'in yazı masası üzerinde ekşi ya da çürük elma bulundurmaktan hoşlandığı söylenir. Yazar elmayı sık sık koklarmış. Bu koku ona yağmurdan sonra ormanda, otlar, yapraklar arasındaymış izlenimi verirmiş. Böylece bir düş evrenine girermiş. Bazen banyoda su içinde yazdığı olurmuş.

H.G.Wells'in yapıtlarını en okunaksız el yazısı ile yazdığı söylenir.Özel sekreteri olmasaymış, Wells'in romanları kolay kolay basılma olanağı bulamayacakmış. Ayrıca, gençliğinde ayaklarını suya sokmadan yazamazmış.

Henry James ayakta yazanlardanmış. Çalışma odasının çeşitli yerlerine yüksek sehpalar yerleştirir; bunların üzerine kağıtlarını dağıtırmış. Ve düşüne düşüne dolaşır, aklına gelen cümleyi en yakınında ki kağıda yazarmış. Böyle dolaşa dolaşa çeşitli kağıtlara yazdığı cümleleri sonradan birbirine monte edermiş.

Charles Dickens, çok güç uyuyan birisiydi. Uyuyabilmek için yatağının başını kuzeye çevirir, sonra da tam ortasına yatardı. Tam ortada olduğunu anlayabilmek için iki kolunu uzatarak ölçü alırdı.

Alexandre Dumas, doktorunun tavsiyesi üzerine uykusuzluğu yenebilmek için her sabah yedide Arc de Triomphe önünde bir elma yerdi. 

Richard Wagner, Porsifol Operası üstünde çalışırken (1882) banyodan çıkmadı. Suyun sürekli olarak sıcak tutulmasını ve içine egzotik kokular katılmasını istedi.

Edmond Rostand da Cyrano de Bergerac'ı banyoda yazmıştı. Çalışırken kimsenin kendisini tedirgin etmesini istemezdi; arkadaşlarını kapıdan çevirmeye yüzü tutmazdı. Bu yüzden, çareyi banyosuna sığınmakta bulmuştu.

Dante, belirli bir şeye ilgisini yöneltme yönünden, benzerine az rastlanır bir insandı. Birgün bir sokakta oturup üç saat süreyle elindeki kitabı okudu; kitap bitince oradan uzaklaştı. O sokakta o sırada bir şenlik yapıldığını söyledikleri zaman buna inanmak istemedi.

De Quincey, okumak üzere aldığı kitapları geri vermezdi. Üstelik bunların canına okurdu. Elindeki kitap ne denli ender, ne denli değerli olursa olsun, işine yarayacak bölümleri kopya etmek zahmetine katlanmaz, beğendiği sayfaları koparıp alırdı.

On dokuzuncu yüzyıl başlarında yaşamış İngiliz şair Percy Byuhe Shelley bir okuma tutkunuydu. Günde on altı saat okuduğu olurdu. Hem de oturarak veya yatarak değil; ayakta durarak okumayı severdi.

James Joyce'un yatağında, yüz aşağı yatarken yazdığı söylenir. Eski tip siyah mürekkepli kalemle ilk müsveddelerini çiziktiren Joyce, daha sonra kırmızı kalemle düzeltmeler yaparmış.

Followers of History have always known the rich, dynamic yet sophisticated past of Turkey as a country which was ruled and lost by many empires since a very long time in most cases the strategic location of itself being the sole cause. Even the last century stands significant in the history of this great nation for changes like the abolition of Khilafa and the abandoning of scholars as ignorant overnight in the late twenties. The sixties and seventies have also got to relate much bitter experiences of its mismanagement under iron hands.

The tamed old scenario met with a dynamic unexpected transformation when the Justice and Development Party lead by R.T Erdogan won the elections with majority votes in 2001. Until now, It has been in power and activated huge development projects and made democracy widely be practiced within the public non like any other governments which had showed up previously. In its last election the AKP had received a vote of 50% which clearly denotes the support of every one of two persons you see in the street as an AKP supporter which also reveals a truth; majority of the public being satisfied about the ruling party. This is no doubt an outstanding achievement by a single party in considerably a short term.  

The recent disagreement between the AKP and the Hizmet Movement has begun to jeopardize the long lived harmony and merely depicted the repeated nature of the country’s bitter history. The Hizmet movement which has been operating in more than a 140 countries worldwide with beautiful slogans like ‘Peace and Humanity’ has also supported the AKP since it’s coming to the power back in 2001. Since then both the bodies have worked hand in hand to lift the conditions of this valiant Nation until the recent past where both the parties had to disagree on certain matters and the swell began to burst when the government had to make a decision to close extra tutorials in order to benefit the children with extra time for social activities. This was a major hit to the movement as it owns about 25% of such tutorials all over the country which was also a major source of human supply into itself.

The Hizmet or famously other way, Gulen Movement is criticized for numerous reasons like placing of its own personnel into government institutions and defense forces, alliance with the Zionists, handling of huge wealth, misuse of religion etc. in the recent crisis it also is said to have threatened the government personnel along with the Prime minister with secretly recorded cassettes of private conversations. The ruling AKP has also expressed its open critics over the Hizmet Movement for such unethical behaviors in a vital instant where it’s supposed to act with more responsibility.

Whatever the rumors and true news are, the recent dilemma has even managed to disturb the country’s economy to a serious extend. This clearly is a threat to the future of Turkey and will continue to remain as long as the problem is settled by the relevant parties very sooner.

There’s no doubt that both these bodies have had a major impact on the growth and development of this country in the recent past. Hence all negativities should be eliminated from both the sides and agree accordingly in order to work together for the betterment of this nation on an instance where there is more expectations and hope for Turkey from many Muslim countries around the world. Or else the current friction would turn in to a perpetual war which would but make way out for foreign powers to play a game within as it was the plight of the past.  

 

 

Akla damlayan ilk çağrışımlar bazen paragraflardan da fazlasını anlatır. Biz kelimeleri seçtik, şair / yazar Selahattin Yusuf kendi sözlüğünden eşleştirdi:

 

Trabzon: Çocukluk. Yatılı okul. Yan yatmış duvar.

Şiir: Bir nokta idi, onu şairler çoğalttı.

Steve Jobs: Ülkesi Suriye’ye karşı hiç sorumluluk duymadı.

Apartman: Skandal.

Kürdistan: Her şey gibi onun da adı tarih içinde değişmiş ve “Kürdistan” olmuş.

İsmet Özel: “Suyun sızladığını kim bilecek?”

Mülkiye: Eski, harika kara günlerim.

Fikir Adası: Fikir ve Ada ayrı ayrı güzel.

29 Ekim: Yaratıcı bir yanlış anlama olabilirdi; ama mani olunuyor.

TV: İnanmadığınızda, sadece bir meslek olduğunda güzel.

Muktedir: Günah belki de ilk taşı atanın içinde, ruhunda.

Güney Amerika: Amerika’nın Kürdistan’ı.

Euro: Tahtakale Türkçesi’nde “yumoş” olarak anılmıştı ilkin.

Kafa Dengi: Haftalık olağan görüşme.

Machiavelli: Kendi kendini yanlış anlamış biri.

Hasta Adam: Uzun sürmüş bir endişenin kaynağı. İyileşmek için yeterli cesaret yok. Buna da modernleşme diyoruz.

Post-Modernizm: Al kızını koy çuvala/Salla salla vur duvara.

Y Kuşağı: Süreksizliklerden oluşmuş zihin.

Kuyu: Yeniden inşa edilememiş, bu yüzden tarihe mal olmuş bir imge.

 

Akla damlayan ilk çağrışımlar bazen paragraflardan da fazlasını anlatır. Biz kelimeleri seçtik, şair / yazar Güven Adıgüzel kendi sözlüğünden eşleştirdi:

 

Yol: Yürüyene mürşid’tir, kalpten kalbe olanını bulmak zaten bi ömürlük mesele, insan-ı kâmil’in ikameti aynı zamanda.

Maşuka: Âşık için derd-ü bela. Gam getiren. Gülün derdi bülbüle aittir.

-İzm: Problemli ek, kusurlu pencere, deli gömleği ve ‘daha iyi göreceksin iddiasıyla’ gözümüze takılan simetrisi bozuk gözlük. Başına kahrolsun koyunca hepsi eşit nasılsa.

Murat Menteş: Yazı emekçisi, sıkı romancı, enerjik-üretken zekâ ve -hepimiz kadar- ilk taşı atamayacak olanlardan.

TOKİ: Ruhsuz mimari, dünyada mekan umudu, son 10 yılın en fenomen kurumu.

Çay: Bugünlerde övülmekten içilmeye pek fırsat bulunamayan; sınıfsız, zamansız, mekânsız vazgeçilmez alışkanlık. Dünya nimeti.

Mark Zuckerberg: Global village’nin terlikli başbakanı.

Sınavda Çıkmayacak Sorular: Cirmi kadar yer yakabilecek şiir. Muhafazakâr orta sınıf eleştirisi. Metaforla saadet olmasa da, sınav ağır, soru zaten insanın bizzat kendisi.

Günah: Tövbe kapısında bizi bekleyen mahcubiyet.

İsmail Abi: Bir görkemsiz kaybeden, safi şiir. Evsiz, yurtsuz, yalnız. Bu dünyada hiç gözü olmayan derviş. O gemi gelmese de olur.

Polis: A-) Modern devletin vazgeçilmez aygıtı. B-) Musa Rami-Dedektif Carter, Tekvir suresi, sıkı film.

Fikir Adası: İyi fikir. Dört tarafı ezberlerle çevrilmiş düşünceye, dört tarafı denizlerle çevrili ikamet.

10 Kasım: Leman Sam’ın ‘ilerde çocuğunun doğum günü kutlaması berbat olur diye’ direnerek, doğum işini bir- kaç gün sonrasına ertelediği çok yaslı gün. Dramatikliğin ölüm mit’i, siren ayinleri.

Guy Fawkes: Kalbi kırık eylemci. Krala karşı yapılacak ‘Katolik darbesi’ne yani Parlamento Binası’nın havaya uçurulmasının başarısızlığına kellesini yatırmış adam.  Havaya uçurmak istediği Parlamento Binası’nın karşısında idam edildiği sırada, bina’ya bakarak tebessüm ettiği rivayet edilir. Neden güldüğünü hep merak ettiğim efsane.

Şayir: Şiyir yazan insan.

Devrim: Benzinini koymayı unutursanız yolda bırakabilir. Kendi çocuklarını yemesiyle meşhurdur en çok.

Kravat: Medeniyet yuları, ‘30 Yıl Savaşları’nın dul bıraktığı Hırvat kadınlarının yasının, Fransız modacıları eliyle pazara açılması. Serdengeçti’nin unutulmaz meclise kravatla gelme hikayesi bir de.

Müslüm Gürses: Şehrin son azizi, dertlerimizi sesinde eriten melankolik bariton. Dervişane bir üslubun sahibi, eşsiz yorumcu., kederli kale, dertler insanı, BABA. Müslüm Gürses’in evreni yaptığı müziği de çoktan aştı artık. Huzur içinde uyusun. Rahmet içinde.

Kaylule: Müslüman siestası. Teheccüd bereketi.

 

Ev: Dünyada bitimsiz bir gurbet yaşayan insan’ındönmek istediği asıl yurdu. Dünya zaten bir ev’e dönüş yolculuğudur en fazla ve yaşamak, ev’e dönüşün sancılı hazırlığı olur, iş ki, ölmeye yani ev’e dönmeye -bir parça- yüzümüz olsun.

 

Online dergiler Online dergiler