Tuz Kabağındaki Tütün

Osman Kibar tarafından yazıldı. Aktif .

TUZ KABAĞINDAKİ TÜTÜN

Bugün işi başından aşkındı. Bir şeyler kurduğu zamanlar hep böyle koştururdu. Sabah güneşle birlikte dama girmiş, hayvanları sopalamış, sonra yerleri kürümüştü. Şimdi ise iki inek ve bir dana ardında çayırdaydı. Bir ara onlarla ilgisini kesti ve yapacağı asıl işe yoğun­laştı. Düzeni çoktan hazırdı, iyi bir al kurmuştu, işi dek ile bitirecekti. Gününü bekliyordu. Düşününce bu gecenin uygun olduğuna karar verdi. Ölümcül değil ama sarsıcı bir intikam tasarlamıştı. Bu cılız gövdeyle tokat kapısından süzülmek kolaydı, ambarlar da hemen sayvan altındaydı. Gecenin leylî vaktinde girecek, beş gündür sarılı bekleyen çıkını koca ambarın altına bırakacak ve yarın Karantı’ya inip ihbarını yapacaktı. Gerisini merak etmiyordu. Doğ­rudan candarma mı gelirdi, yoksa kolcular mı; artık Uzatmalı’nın paşa gönlü bilirdi.

Dere boyunda çakılı eşek bir evlek ötede otlayan öküzlere doğru anırdı. Sese dik­kâti dağıldı. Nedendi bilmez, çoğu eşek öküz görünce aşka geliyordu. Herhalde boynuzları kıskanıyorlardı. İşte. eşeklerin bu huyunu beğeniyordu. Kendi ettiği eşeklikler ise darb-ı me­sel olmuştu. Doğruya doğru, kıskançlık timsâli bu sâkil varlıkları hiç kıyamazdı. Arık Hasan dendi mi bilmeyen, adından irkilmeyen yoktu. Ufak tefek, kara kuru epey arıktı. Arıktı ama sağlam çarıktı! Selam vereni azdı. Kendisini görüp yol değiştirenlere arkalarından söverdi. Kahvede yalnız oturur, çayını tek söyler, biriken borcunu cumaları yumurtayla öderdi. Kendi­ne göre sinsi bir hayat süren Arık Hasan, avlu kapısından girer girmez bir canavar kesilirdi. Evde sini kurulup yemek yenmesi de bir işkenceydi. Ortaya konan kakaleyi beğendiği görül­memişti. O gün atılmış somunları bile bayat diye kapıya fırlatırdı. Sövüp saymadan, çoluk çocuk tokatlamadan sofra başından kalkmazdı. İçten pazarlıklı, müzevir ve biraz münafıkça birisiydi; pek muhanattı. Eşek şakası yapmayı âdet edinmişti.

Milletin kıtlık çektiği, onun zıtlık ettiği zamanlardı. Ahâli et nedir, kurbandan kurbana görürdü. Bir iki zengin, bayramda fukaraya sofra açardı. Arık Hasan kim kurban kimdi... Bir keresinde, içinden gelen eşeklik etme arzusuna karşı duramadı. Sırıtık bir yüzle kahveye girdi ve davet bekleyen sekiz on garibanı eve yahni yemeye götürdü. Yolda dudak ucuyla gizliden gülüyordu; yine hinliği üstündeydi. Avlu kapısından girenlere az beklemelerini, içeri haber vereceğini söyledi. Mırıldanır bir sesle ‘Çabuk sofrayı kurun, mari” deyip sözde kocakarıya seslendi. Sonra dizmelerin ardına sindi, emekleyen adımlarla yan komşu çitini aştı, öbür so­kağa ulaşıp yeniden kahveye gelip oturdu. ‘Ne o yahni bitti mi’ diyenlere boş boş baktı. Tek çay söyledi, yan cebinin dipsiz derinliğinden çıkardığı kuru üzümle kırtmaya başladı. Ziyafet bekleyenler sabırsızlanmıştı. Yükselen homurtuya dışarı çıkan Yenge ‘hayırdır’ dedi. Fazla söze gerek yoktu; iş kabak gibi meydandaydı. Kadıncağız “Hasan Agan sizi kandırmış. Bizde kurban ne gezer. Olsa da yesek’ diye söylendi, öf pof ettiler; küfürler yuvarlandı. Mübarek bayram günü ağızlarını bozdular.

Üç ayı geçiyor İsmail Ağa’yla anmaya değmez bir meseleden ötürü küstü. Evleri de çapraz karşıydı. Dargınlığı hayat tarzı haline getiren Arık Hasan’ın horoz öttü tavuk gıdakladı bahanesiyle sürtüşmediği komşu kalmamıştı. Bu da onlardan biriydi. İlk önce sıradan bir tedirginlik olarak başlayan bu durum gittikçe içinde kök saldı, dallanıp budaklandı. Tabiî rakip olarak gördüğü bütün hasımlarının vebâlini İsmail Ağa’ya yükledi. Okkalı bir gözdağı, burun sürtülmesi, gün göstermesiyle birlikte toplu bir hesaplaşma kabaran kinini -ancak- yatıştırabilirdi. İsmail Ağa’nın tütün içtiğini biliyordu. Malına mülküne, öküzüne mandasına, çoluk çocuğuna ve iki karısına güvenip uluorta tabakasını açıp sarma tüttürmek ne demekmiş görecekti.

Eli boş varmak olmazdı iki kalıp peynir çıkarttı, sepete otuz kırk yumurta dizdirdi ve Karantı’ya yola koyuldu. İyi karşılandı. Hesaplı bir mahcuplukla olanı biteni anlattı. Aslında bu iş kendine düşmezdi ama. komşusu muhtarı elde etmişti. Kolcularla da sıkıfıkıydı. Herif, resmen tütün tüccarıydı. Tâ Bursalara balya yıktığı söyleniyordu. Ambarlatın içi tütün doluydu. Faize verdiği borçları kırım zamanı tütünle ödetiyor, malı ucuza kapatıyordu. Bütün köy şerrinden bezmişti. Ağzı da hiç torba değildi. Kahve ortasında ‘Bu zulümler elbet bitecek, yeni parti kurulacak, kolcuları mapusa tıktıracağım. Uzatmalı’nın pırpırlarını söktüreceğim. Tütün yasağı da neymiş, Re-Ce de neymiş, hepsi yiyici, diktatör bunlar. Ağababaları da tepetakla gidecek. Allah’ın izniyle çok yalanda ezan gene Allah-u ekber diye okunacak. Hacıya da gideceğim, anasını satayım’ diye konuşuyordu.

Eğer doğruysa, dönen rüşvete yeşillenen Sivaslı Uzatmalı Çavuş, ezan lafı geçince yerinden fırladı. Bir ân irkilen Arık Hasan, bu hıncın din aşkına olduğunu anlayınca toplandı! Kendisine düşen haber vermekti, gerisi onlara kalmıştı. Bin bir temennayla kıçın geri çıkarken, Uzatmalı Allah kitap ayırmadan hedef mülteciye ana avrat düz gidiyordu. Genç cumhuriyet kaçak tütün gibi hayâtî meseleleri takip ederken irtica boş durmuyor, ilk fırsatta hortlamaya yer arıyordu. İşte buna izin verilemezdi. Hâdiseye bizzat el koydu.

Arık Hasan gelişmeleri tokat kapısı aralığından seyrediyordu. Silahlılar gecikmeden gelip evi sarmıştı. Karı kızan çil yavrusu gibi ağlaşıyordu. Kimse seyir niyetine bile olsa sokağa çıkamamıştı. Adamlar elleriyle koymuş gibi ambar altındaki tütün çıkınını bulmuştu. İsmail Ağa türlü itirazla yalvarıp aman diliyor ‘İftiraya uğradım, bu tütün benim değil’ diyordu. Yediği dipçiklerden ağzı burnu kan çanağına dönmüştü. Adamlar acıma, insaf nedir bilmiyordu. Herifi çoluk çocuk ve iki karısının gözü önünde falakaya yatırdılar. ‘Ötekiler nerde lan?’ deyip veriyorlardı küsküyü... Bayılmazdan önce içerde bir parça tütünü daha olduğunu itiraf etti! Babasının doksanüç göçünde Razgrad’tan getirmeyi başardığı iki fincan yanında duran tuz kabağındaki sekiz on sarımlık tütünü de zapta geçtiler. Acıkmışlardı. Ağlaşan feraceli kadınların kurduğu sahra yemeği bitmeden İsmail Ağa ayıldı. Bağlayıp yedekte Karantı’ya doğru yola çıktılar.

Karakol faslı herkes için üç dört gün iken, irtica sorgusu işi uzattı. Sivaslı Uzatmalı’nın tatmin olmaya niyeti yoktu. On iki gün sonra karakolun önüne attılar. İlk günden beri nöbetleşe bu ânı bekleyen iki yeğen, tedbirli bir ürküntüyle amcalarını öküz arabasına uzatıp Hamidîye’ye getirdi. Uzatmalı, her şeyi kirli pencereden seyretmiş ve sızan bir sesle ‘Geberesin yezit. Haddini bilesin. Tuz kabağına bile tütün saklamak hâ, ezan hâ!’ demişti. Ardından palaskasını çekiştirip kapı önünde susta bekleyen candarmaya ‘Bak hele, kahvem nerde kaldı lan!” diye bağırdı.

Eye kemikleri kırıktı, göğsü acıyordu, insanlıktan çıkmıştı. Karın ağrısından kıvranıyor ‘Sidik içirdiler’ diyordu. Başka ne yaptılar diye soran bakışlara eziliyor, yan dönüp hıçkırıyordu. O zaman ziyaretçiler her şeyi anlamış olarak helâlleşip ayrılıyordu. Çıkma üstünde çarıklarını çekiştirirken ağırdan alıyor ‘Te be, erkek adama bu da yapılır mı’ deyip baş sallıyorlardı.

Tam yirmi gün cebelleşti; inat etti, ölmedi. İki büklüm kendi başına helaya çıkmaya başladı, bir iki kere camiye gitti. İki kadın ise aralarındaki sürtüşmeyi erteleyip üzerine titremişti. Gizlemeye uğraştığı bir utançla ‘iyiyim’ demeye çalışıyordu. ‘Allah düşmanıma vermesin. Bunun yanında gâvur eziyeti hiç kalır. Kim yaptıysa bu kancıklığı. Allahından bulsun’ diye ileniyordu. Dışardan iyileşmiş görünüyordu, ama ezen bir utanç içini kemirdikçe kemirdi.

Tıkırtıyı ikisi de duydu. Tembihli olduklarından dışarı çıktığına yorup kalkmadılar. Aysız bir yaz gecesiydi. Küçüksu döktü, sonra ev önündeki yarım ibrikle abdest aldı. Dama girip çıktı. Elinde sarkan bir şeyle tokat altına yürüdü. Gözü tütün çıkınını buldukları ambara kaydı. İtici bir gülümsemeyle yüz ekşitti.

İlk önce Küçük Yenge uyandı. Hayattaki bozulmuş yatak boştu. Sakın düşüp kalmasın deyip dışarı seyirtti; helada yoktu. Açık dam kapısını örttü. Yine namaza gittiğine kanaat getirmişken, tokat altında sallanan bir karaltı fark etti.

 O sabah atılan ölümcül bir çığlığa uyanıldı.

Osman Kibar 

Paylaş


     Osman Kibar’ın Eski Yazıları

Yazar Hakkında

Osman Kibar

Online dergiler Online dergiler