'Sistem'li Nefret

Osman Kibar tarafından yazıldı. Aktif .

‘SİSTEM’Lİ NEFRET 

Nefret, sevginin zıdtı olarak beliren bir tutum ve durumun adıdır. Nefret -bize- sanki iblisin Hazret-i Âdem’e duyduğu kinden miras kalmış bir sapkınlık gibidir!Her şey zıdtıyla bilinir; sevgi olmasa nefreti tanımlayamazdık. Keşke, nefret hep bir tanım olarak kalsaydı...  Buna iki türlü îtiraz edilebilir. Oluş yönüyle tabiîliğin illeti yukarıda verildi. Öyleyse tutum, duruş, davranış ve bunların hayata yansıması üzerinde durmak gerekecek. Tabiî nefret unsurlarını, bu tartışmanın dışına taşımak istiyoruz. Konumuz, insanlar arası ilişki yönünü anlamaya çalışmak olacak.

Ya biz nefret ederiz ya da bizden nefret edilir. Eğer insan üzerine konuşuyorsak, bunun bir de telafi mekanizması olması beklenir. Sevgiden gelen, ihtiyaç veya mecburiyetten doğan, çoğu kere de üçüncü kişilerin araya girmesiyle gerçekleşen ve barışma denilen olgu en tanınmış telâfi yoludur. Bir ömür süren nefret ve dargınlıkların varlığı bir gerçektir. Ama dargınlık ve küçük kırgınlıklar, hoşgörü ve af gibi sonuç üreten bir süreçle ortadan kaldırılabilir. Bir istisnâ olarak, hayatını nefret üzerine kuranlar da görülür. Bu bir sapmadır; kişi çevresine kötülük saçmakla kalmaz, kendine de eziyet eder. Kendinden nefretin ayrı rûhî mekanizması olmakla birlikte, kişi ürettiği nefret denizinde boğulma durumundadır.

Her davranışta olduğu gibi nefrette de sebep sonuç ilişkisinden söz edilebilir. Bu durum -daha çok- kendimizi haklı gösterme ihtiyacıyla ilgilidir.

Bazen hiçbir sebep olmaksızın, başkalarına bizim ‘var’lığımız nefret için yeterli sebeptir. Bu noktada sözde aydınlar ve sistemin bizden -Türk halkından- niye nefret ettiği sorusuna uygun cevap(lar) arayabiliriz.

Bizden nefretin -onlara göre- birçok sebebi vardır. Ama, ilk ve en önemlisi bizim Türk ve Müslüman oluşumuzdur (Bir dostumuzun ifadesiyle, onların gözünde köpek eniği kadar değerimiz yoktur). Kendileri de -her nasılsa-Türk(!) olduğundan, bazen bu unsuru ihmâl edip nefretlerinin özellikle İslâmiyete yoğunlaştığı gözlenebilir. Ebu-cehil ve şürekâsı da Allah Rasûlü’nden -Araplık dışında- aynı sebeple nefret etmişti. Bu açıdan Allah Rasûlü ile aynı kaderi paylaştığımız söylenebilir (Keşke, bütün hayatımız benzeseydi). Yine bu yönüyle, tarihin tekerrür ettiğini bildiren sözdeki hikmet fark edilir hale geliyor.

TC’nin geçen yüzyıl boyunca uyguladığı kötülük üzerine kurulu politikalara bakılırsa, bunun basit zulüm tanımının dışında başka anlam(lar) ve köklü bir birikim içerdiği anlaşılır. Çünkü, yaşananlar standart intikam ve hesaplaşma çerçevesi dışına taşmış bulunuyor. Bu türlü bir sendromu -doğrusu- klasik düşmanımız olan küffârdan beklerdik. İçimizden çıktıklarına göre, bizde veya geçmişimizde bir ‘bozukluk’ aramak, düşebileceğimiz ilk şeytanî tuzaktır. Hayır; biz temizdik, iyiydik; hakkı temsil durumundaydık. Onların kötülüğü ve kötü tercihlerinden sorumlu değiliz. Onlar mayasının hükmünü icrâ ediyor; iblis de öyle… Dünyanın zembereği böyle kurulmuş! Belki, meşhur hoşgörü ve herkesi kendimiz gibi sanma saflığımızdan bahsedilebilir; ama bu, mevcut kötülüğün ölçülerine bakınca, pek mâsum bir aldanma olmaya mahkumdur. ‘Lâyık olunduğu gibi yönetilme’ uyarısı ise, bu tablonun dışındadır ve değişik bir ‘durum’a delâlet eder. Yâni, bazı şerler bizzat şerdir; her şerden hayır doğmayabilir!

Eskiden bizden de kötü çıkardı veya kendimiz kötülük ederdik; hâlen öyledir. Ama bu şahsî ve geçiciydi. Yine bazen, kötülerin sayısıyla birlikte yaptıkları da katlanılmaz ölçülere varırdı. Bu da geçiciydi. Ne zaman ki, kötülük ve onun sâiki nefret kurumlaştı, âhir zaman fitnesiyle tanışmış olduk. Bu, gerçekten zor bir sınavdır.

Mevcut kötülük çok güçlü bir nefrete dayanmadıkça, bu derece etkili ve kalıcı olamazdı. Bilinen hoşgörü ve sevgi dünyamızın onlardan kurtulmaya yetmeyeceği belliydi, karşımızda değişik bir düşman vardı. Ve biz, bekledik...

Bekleyiş, tahammül sınırlarını zorlamasına rağmen -hâlâ- sürmektedir. Biz, bu tür bir bekleyişin sonuç vermediğini ve hemen terk edilmesi gerektiğini söylüyoruz. Hayır; mevcut kötülüğün panzehiri iyilik ve sevgi değildir! Ona en iyi cevap kendinden daha üstün bir nefret olmalıdır. Bunun reçetesi ise Kur’an’da apaçık bildirilmiştir: Allah rızâsı için nefret! Evet, nefret Allah rızâsı için olursa meşrû ve saygıdeğerdir.

Kimileri bazen şahsî kâbiliyetle elde ettiği kısmî rahatlığı, sistemin erdem(!) ve güvenirliğine delil diye sunar. Bu tutum, kendine pislikte boncuk arama sapkınlığında benzerlik arayabilir! Şahsî kâbiliyet zekâ, bilgi, konum, şans, para, sosyal ayrıcalık (Zengin veya mevkî sahibi olmak, aşîret mensupluğu gibi), beden ve kas gücünden ibâret izâfî bir kabuldür. Kimi zaman da karşı tarafın ‘iyi ânı’na rastlanabilir; bundan kötüler adına iyimser bir tavır üretmek -en hafif benzetmeyle- ahlâksızlıktır!

Nefret kurumlaşabilir mi; evet! İyilik ve sevgiye rağmen mi; evet!

Sistemli fakirleştirme, sistemli câhilleştirme, sistemli baskı ve sistemli nefretin kurumlaşmış ifadesi olan devlet… Ve o devletinamplaya domestiq yöntemle devşirdiği sivil, üniformalı memur ve sözde aydınlara duyulacak nefret, bir asra yaklaşan baskı ve zulümden kurtuluşumuzun ilk nüvesini teşkil edecektir. Niye? Yeniden bir sevgi medeniyeti kurabilmek ve Müslümanca yaşayabilmek için...  Bu, insanlığın da biricik kurtuluş yoludur.

Osman Kibar

Paylaş


     Osman Kibar’ın Eski Yazıları 

Yazar Hakkında

Osman Kibar

Online dergiler Online dergiler