DOĞU VE BATI ARASINDA: ALİYA

Dinî terbiyesini;

 

 

Özellikle annesinden aldı Aliya…

 

 

Bu hep dikkatimi çeker:

 

 

İlk eğitim ne kadar önemli değil mi?

 

 

Osmanlı ordusunda subay olan dedesinin adı da Aliya idi.

 

 

Aliya İzzetbegoviç, 8 Ağustos 1925 yılında Bosna-Hersek’in Şamaç kasabasında dünyaya geldi.

 

 

Mahalle camisindeki sabah namazlarını ve imam efendinin okuduğu Rahman Sûresini unutamadığını söyler…

 

 

Hırvatların onu askere almak istemesi üzerine Saraybosna’dan Gradaçac’a kaçar. O zaman kuzeydoğu Bosna’nın bir kısmını Müslüman milisler, diğer bir kısmını Sırp Çetnikler kontrol altında tutmaktadır.

 

 

***

 

 

İlk defa tutuklandığında iddia şu idi;

 

 

Genç Müslümanlar Teşkilâtı üyesi olmak.

 

 

Tito’nun fikirlerini eleştirmek…

 

 

Demokrat (!) Tito;

 

 

Müslümanları yeni rejim içinde eritmeyi hedefliyordu.

 

 

Bu görüşe engel olan bütün teşkilâtları yasaklamış ve üyelerinin mahkûm edilmesini emretmişti. Başlatılan bu kampanya sonucu cezaevleri Müslümanlarla dolmuştu.

 

 

Aliya da İslâmcılık suçlamasıyla beş yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Hapisten çıktıktan sonra, hukuk, ziraat, san'at ve bilim konularında eğitim gördü.

 

 

25 yıl avukatlık ve bir inşaat firmasında yöneticilik…

 

 

“Genç Müslümanlar” teşkilâtında aldıkları karar doğrultusunda, dinî eğitim almaya başlayan

 

 

Aliya İzzetbegoviç, Yugoslavya’da yayınlanan birçok dergi ve gazetenin yanı sıra, İslâm dünyasında da yazılar neşretti.

 

 

***

 

 

Çok ileri görüşlü idi:

 

 

Sonra tekrar tutuklandı!

 

 

1989da, Doğu bloğunun dağıldığı yıl hapisten çıktı.

 

 

Henüz hapisteyken komünist bloğun dağılacağını ifade etmişti.

 

 

Aliya, yakın arkadaşlarıyla beraber bu durumun kritiğini yapmıştı. Netekim çıktıktan bir müddet sonra, Mart 1990 yılında, san'atçı arkadaşı Saffet İseviç’in ismini koyduğu

 

 

Demokratik Hareket Partisi- Stranka Demokratske Akcije SDA’yı kurdular.

 

 

Oybirliği ile ilk başkanı seçilen Aliya, ölünceye dek genel başkan olarak kaldı. SDA Yugoslavya tarihinde en hızlı örgütlenen parti oldu.

 

 

***

 

 

Bosna Savaşının sonlarına doğruydu.

 

 

Müslümanların birçok cephede zafer kazandı.

 

 

Savaşın sona ereceğini gören Sırplar, avantaj elde etmek için iki stratejik şehir olan Gorajde ve Srebrenica’yı ele geçirmek maksadıyla bütün güçleriyle bu iki kente saldırdılar…

 

 

Ve:

 

 

Tarihin gördüğü en büyük katliâmlardan birini bütün dünyanın seyirci bakışları arasında sergilediler.

 

 

BM tarafından güvenli bölge olarak ilân edildikten iki yıl sonra Srebrenica, 1995 yılının yaz ayında, II. Dünya Savaşından sonra meydana gelen en büyük katliâmın kurbanı oldu.

 

 

Boşnak halkı 6 Nisan 1992 tarihinden 14 Eylül 1995 tarihine kadar sürmüş olan savaşta 200 bin şehid vererek ve yurtlarından kopan 2 milyon mülteci insana rağmen özgürlüklerine kavuştular.

 

 

Savaş resmen bitmiş olsa da Bosna Hersek`te normal hayata dönüş hiçbir zaman kolay olmayacaktı!..

 

 

***

 

 

“Doğu ve Batı Arasında İslâm” kitabı onun BİLGE KRAL oluşunun en temel işaretidir.

 

 

Aynı zamanda:

 

 

Hayatımda en etkilendiğim kitaplardan biridir.

 

 

Söz gelimi bu kitapta İslâm’a, Hıristiyanlığa ve Marksizm’e göre “İnsan nedir?” sorusu değerlendirilmiştir.

 

 

İnsan:

 

 

Marksizm’e göre üreten bir sıradan yaratık.

 

 

Hıristiyanlığa göre; günahkâr doğan ve ömrünü bu günahtan arınmaya çalışarak geçiren bir canlı…

 

 

İken;

 

 

İslâm’a göre;

 

 

“Eşref-i mahlûkattır”

 

 

Bütün yaratılmışların; en şereflisi…

 

 

Toplum, çevre ve birçok şey daha İslâmî çerçeve ile değerlendirilmiştir Aliya’nın bu nadide eserinde…

 

 

***

 

 

Cuma namazını hangi camide kılacağını en son ana kadar gizli tutardı. Gideceği camiyi, oğluna ve korumalarına, arabaya bindikten sonra söylerdi.

 

 

Bir Cuma namazında camiye girdiğinde, hocaefendi hutbeyi durdurdu. Hürmeten yer almasını bekledi. Görevliler ayağa kalkıp en önde yer vermek istedi.

 

 

Ancak Aliya;

 

 

“Burası Allah’ın evidir. Burada farklılık olmaz. Allah katında en üstün olan, takva sahibi olandır. Herkes, bulduğu yere oturur. Ben burada oturacağım. Bilmiyoruz, belki hepimiz çiğnenecek, öleceğiz; amma, İslâm’ı İnşallah çiğnetmeyeceğiz... Hocam lütfen hutbeyi tamamlayın!” demişti. Aliya’nın o tavrıyla bütün cemaat duygulanmıştı…

 

 

Emekli maaşıyla geçinirdi.

 

 

Vefat ettiği 19 Ekim 2003 tarihindeki son ânına kadar sâde bir hayat yaşadı...

 

 

Arkasından mal ve mülkler bırakmadı.

 

 

Halkına hürriyeti kazandıran örnek bir mücadele ve ışık tutan eserler bıraktı.

 

 

Halkıyla barışık bir şekilde başardı bunu!..

 

 

Yüce Rabbimiz onu ve cümlemizi Resûlullah’a komşu eylesin.

 

 

Amin…

 

   Mehmet Kaplan 

 

Paylaş


     Mehmet Kaplan’ın Eski Yazıları

RAFADAN SOLCULAR

İndirdikleri afişleri, işgal ettikleri panoları, bastıkları konferansları, engelledikleri etkinlikleri ve çıkardıkları kavgaları “Faşizme geçit yok!” mottosuyla ajite etseler de örgütlü azınlıkların örgütsüz çoğunluğa hükmetmesi prensibinin faşizan boyutu, keyfiyet aleyhine kemmiyet köpürtüsü meydana getiriyor.

Kişisel komplekslerini kronik muhalifliğin konforlu koltuklarında konumlandıran bu koğuş ağaları, tahammülsüzlüklerini fikirlere değil; fiziki güçlerine dayandırıp tahakküm ediyorlar.

Düşünsel bir düstura dayanmaksızın, karşıt düşünceye saldıran güdük ve çarpık tavırözgürlükçü ve eşitlikçi karakterle uyuşmaz.

Fikrini ifade eden bir kimseye eleştiriler yöneltip onu sorularla sıkıştırmak, açmaza sürükleyip mat etmek, güçle değil sözle yıldırmak mümkünken; kötürüm zekâlı birkaç polisin köteği, sığ sloganlara sığınmayı meşrulaştırmaz. -devamını oku-


ÇİÇEK ÇOCUKLAR

AKa Partisi, ''iktidar olma'' kapasitesini çoktan yitirmiştir. Bu olaylar da açıkça bunu göstermektedir. Emrindeki Polis'e sahip çıkamayan bir Hükûmetin ülke yönetme iktidarına sahip olduğunu kim söyleyebilir? Böcek ilaçlar gibi(tabir için Leman'a sonsuz teşekkürler) öğrencileri biber gazına maruz bırakmak, İktidarın hukuksuzluğunun(kanuni olabilir, ama bu durum hukuksuzdur) hava moleküllerindeki tezahürü gibidir. Öğrencilerin de Polise tepki gösterdiğini ve bu durumun Polisin güç kullanmasının meşruluğunu sağladığını söylemeyin. Öğrenciler ''meşru müdafaa'' haklarını kullanmıştır sadece.

Sonuç olarak, Türkiye'yi ''muasır medeniyetler düzeyine çıkarma'' görev ve bilinciyle hareket eden SON UMUDUMUZ ''öğrenci topluluğunun'' sindirilmeye çalışıldığını ve bu duruma hiçbir kesimin göz yummaması gerektiğini düşünüyorum. -devamını oku-

2023 TÜRKİYE’Sİ

Son olarak “BRIC öldü” başlıklı yazıyı okuduğumda şaşırdım. Gelişmekte olan ülkelerin en başında gelen Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in oluşturmuş olduğu ve “BRIC” ülkeleri olarak telaffuz edilen ülkelerin modası geçmeye başlamış. Amerika’nın en büyük yatırım bankalarından biri olan Goldman Sachs’ın yatırım kolu, az gelişmiş ülkelere yatırım yapılabilmesi için fon oluşturacak. Bu ülkeler arasına Türkiye’yi de dâhil etmişler…

Türkiye ekonomisi gün geçtikçe büyümeye devam ediyor. Bu büyümesinin altında yatan birçok etken var. Tarihi boyunca yaşamış olduğu kriz günlerinden ciddi anlamda ders çıkarmış olmasının bunda payı büyük. Zira, 2008 yılında yaşanan krizde bunu doğrular nitelikteydi. Geçmiş dönemlerde yaşanan krizler sonucunda, bankacılık sistemini sağlamlaştırmış ve düzene sokmuştu. Geçmişte yaşanıp öğrenilen durumlar neticesinde şimdi ayakları yere daha sağlam basıyor.

Cumhuriyet’in 100’üncü yılında ulaşılması planlanan hedeflerde, Dünya’nın en büyük 10 ekonomisi içerisine girmekte hedefleniyor. Bu başarıyı yakalamak için atılacak birçok adım var. Bu başarıyı yakalayabilmemiz için atılması gereken adımların bir kısmını analiz etmeye çalışalım.

Öncelik olarak ihracat safhasının genişletilmesi gerekiyor. Bunu nasıl başarabiliriz? Ülkemizin doğal kaynaklar bakımından çok zengin olması daha ortaokuldan bu yana bize öğretiliyor. Peki madem ki bu kadar zenginiz doğal kaynak bakımından, neden hala bu kaynakları kullanmıyoruz? Çünkü işleyemiyoruz… Çıkartılan doğal kaynak ihraç ediliyor, başka bir ülkeye ve burada ham madde olarak gelen doğal kaynak işlenip ürün haline getiriliyor. Daha sonrasında ise ihraç ettiğimiz doğal kaynağı çok daha fazla ücretle ithal ediyoruz. Bu durum size de acı gelmiyor mu? Doğal kaynaklarımızı kullanmayı örensek, ham maddeyi ihraç etmeyip kendimiz işler, ürünü ihraç ederiz. Ekonomimize büyük bir katkısı olacak, küçük bir örnekti sadece bu.

Diğer yandan cennet vatan olarak nitelendirdiğimiz ülkemizin turistik olanaklarından ne derece yararlanıyoruz?  Açıkçası ben hiç memnun değilim. Ülkemizi tanıtmak için uğraşsak, ülkede ki herkes kazanır aynı zamanda ülkemizde kazanır. Ama 100’üncü yıla göre yapılan hesaplarda, daha çok turizm geliri ve dünyanın turizm alanında da konuştuğu ülkeler arasına girmek var. Bunu başarabilmemiz için yukarıda da bahsetmiş olduğum reklam ve tanıtım yapmamız şart. Günümüzde hızla büyüyen THY(Türk Hava Yolları) ülkemizi tanıtmayı azda olsa başarıyor. Dünyaca ünlü isimlerin ve takımların ana sponsorluğunu almış bir şirket haline geldi THY. Bu başarısı ve büyümesi, ülkemizin tanıtımına yardımcı oluyor.

Konut sektöründe ileri düzeydeyiz. Zira, dünya çapında bakıldığında birçok ülkede, ülkemiz inşaatçılarının projeleri göze çarpıyor. Konut sektörünü sadece inşaat olarak ele almamak gerekiyor. Konut, altında birçok meslek kolunu canlandırıyor. Kendi evinizden örnek alabilirsiniz mesela, çok fazla küçük işleri vardır kaba inşaattan sonra. Konut sektörü hiçbir zaman sona ermeyecek bir sektördür. Çünkü doğum oranı, ölüm oranından fazla olan bir ülkede yaşıyoruz. Bunun dışında dünya ortalamasına bakıldığında, yine doğum oranının daha üstün geldiğini görüyoruz. Her gün yeni bir konuta ihtiyaç oluyor. Bu yüzden konut, kazandıran bir sektör ve canlı olacak sektördür. Dünya üzerinde Türk şirketlerine verilen proje her geçen gün artıyor. Bu ülkemize yararı olan bir durumdur…

2023 Türkiye’si, en büyük 10 ekonomi içerisine gireceğine ben inanıyorum. Ya siz?

Ahmet Eren

Paylaş


     Ahmet Eren’in Eski Yazıları

 

"Kral Halktır!"

Tunus halkının yeni söylemidir bu : Kral halktır!

Wikileaks belgelerinin yol açtığı gelişmelerden biri, şimdi Dünya gündeminin ilk satırlarında yer alıyor: Tunus'da halk, adaletsiz buldukları yönetimi bir "toplumsal patlama"yla değiştiriyor! Onbinlerce insanın sokaklara dökülüp, her türlü zorlamaya/baskıya karşı durarak büyük bir kararlılıkla başlattıkları isyan, belki de yalnızca Tunus'un değil, diğer Arap ülkelerinin de kaderini değiştiriyor.

Sahi, değiştiriyor mu?

Elbette bunu zaman gösterecek; ama görünen/umulan o ki, evet değiştiriyor!

Öteden beri, Batı taraflı oryantalistlerin bakış açısıyla, Arap ülkelerindeki gerek otokrat yönetimler gerekse demokrasiden uzak hayat standartları; hep İslam'la ve bu dinin getirdikleriyle ilişkilendiriliyor. Arap ülkelerindeki anti-demokratik tutumların, İslam kaynaklı bir kültürden esinlendiğine inanılıyordu.

Raşid El-Gannuşi buna cevaben, "İslamın vaad ettiği sivil ve kamusal özgürlükler, Batılı demokrasilerin fiili özgürlüklerinden çok daha geniştir" diyor.

Ne tür bir vesayet sistemi işliyor ya da hangi bölgesel denge unsurları, bu anti-demokrat bulduğumuz ülke yönetimlerine müdahale ediyor bilmiyorum ama açık ve net olan bir şey var: "Arap halkları, ülkelerinde demokrasi istiyor."

Ülke vatandaşlarının gençleri arasında yapılan anket sonuçlarına göre: Ürdün halkının %87'si,Suudi gençlerin %90'ı,Mısırlı gençlerin ise %98'i,yerleşmiş sistemin bir an önce değişmesini istiyor. Öyle ki, Arap milletleri içinde yapılan araştırmalara göre, Arapların hayranlık duyduğu liderler arasında hiçbir "Arap lider" yok!

Araştırma sonucundaki ilk 3 lider isim şöyle sıralanıyor:

 1)Recep Tayyip Erdoğan, 2)Hugo Chavez (Venezuela lideri), 3)Ahmedinejad (İran cumhurbaşkanı)

İlginç değil mi?

Bu sıralamanın oluşması, Arap liderlerine karşı bir tepki; aynı zamanda ismi geçen diğer liderlere karşı da bir beğeni olduğunu gösteriyor.

Arap halkları, liderlerini ve yönetimlerini beğenmiyor.

Çünkü bu yönetimler; ülkeleri o kadar zengin topraklara sahip olsa, 300 milyon küsur popülasyona ulaşsa dahi, bir araya gelemiyor! Amerika'nın Irak'ı işgaline, İsrail'in Filistin'e yaptıklarına karşı bir güç oluşturamıyor!

Gazze için en çok ses çıkaran, Arap olmayan iki ülke, Türkiye ve İran oluyor!

Yine, ilginç değil mi?

Öte yandan, Lübnan'da ardı arkası gelmeyen diplomasi trafiği, bölgede değişen dengeleri sergiler nitelikte.

Hizbullah yanlısı bakanların aynı anda istifa etmesi üzerine hükümetin düşmesi, ülkede istikrarsız bir ortam oluşturdu. Ve simdi bölgede etkinliğini artıran isimler alışık olduklarımızdan biraz farklı... Amerika basınının önde gelen isimlerinden New York Times, dış işleri bakanı Ahmet Davutoğlu hakkında yayınladığı makalede, hem Lübnan hem de bölge genelinde yürütülen aktif siyasetin hayranlık uyandırdığından bahsetti.

Şimdilerde Ortadoğu’da farklı bir Türkiye var… Bugüne kadar herhangi bir gelişmeye karsı sessiz kalması talep edilen Türkiye, şimdi denge unsuru olmuş halde. Öyle ki, tarihte görülmemiş gelişmelere şahit oluyoruz. Artık, gelişmelerden etkilenen değil; gelişmelere yön veren aktif bir siyaset izliyoruz.

Evet, dengeler değişiyor.

Dünya gündemi sürekli değişiyor.

Her gün başka başka ülkelerden, başka başka haberler alıyoruz… Kimi gün Tunus'da bir Arap devrimine tanıklık ediyoruz, kimi gün Lübnan'da bir ilke imza atıyor ve Hizbullah'la görüşme yapan ilk dış isleri bakanımıza dair övgü dolu makaleleri görüyoruz.

Dünya nereye gidiyor bilmiyorum ama Türkiye ezber bozuyorbu kesin!

FATMA TEYZELER OLUMSUZDUR

Kar çok şey söyler Ankara’da… Böylesine grileştirilen bir şehri, birkaç saat içinde bembeyaz edivermek Allahın işi. Manevradaki vapurun bacası gibi tüter evlerin bacaları. Fakirin fakirliğine inat, tez elden yanıp gider yanmayası odunlar. Sobanın üstünde bir fincan ucuz kahve yanıp gidenden kalan hediye… Ve radyoda Dede efendiden ıslak besteler… Ve su gelinlik zamanından kalan cam yeşili döşemeli koltukta bir ihtiyar hanımcık… Fatma Teyze, huzurunu bozacak bir ses aramaktadır iste.

Huzur sessizlik değil, torun bağrışmalarıdır ihtiyarlara. Lakin yok… Beklenen, bugün de nasip değildir… Cevizli çörek, bakkaldan alınan çekmeceli cikolinler bugün de kapıcının çocuklara nasiptir. Bugün de sessizdir ev. Çünkü mazereti vardır, üç beş dakikasına bile gelemeyen Mehmet’in, Servet’in, Hayriye’nin…

Sessizliği bozan Fatma teyzenin romatizmalı elleri olur. Bu ses dıştan değil de, ta içinden gelir kulağına.  Tam bir “ah…” edecekken, birden irkilir. Korkar isyana gidivermekten. Kocası Niyazi Bey hep böyle istemiştir evde. Her ne kadar ellisi sonrası tövbeler edip nura erse de…

-Hanim hiç değilse isyana, şükürsüzlüğe girmedik. Allah, olur ya buradan affeder belki bizi de. En büyük şükrüm su bahtıma çıkarıverdiği dinim..

Üç damla yaş kopuverir Fatma Teyzenin gözlerinden...

Gelmeyen torunlara mı, fakirliğe mi, romatizmaya mı, yoksa yedi sene evvel rahmete eren Niyazi Bey’e mi… Ya da yetmişine erişip de hala üzerinden atamadığı şükürsüzlüğüne mi…

Kendi de anlayamaz. 

Ankara… Karlar altında bir sokak… Sokağı nurlandıran güçsüz bir ışık. Işığın geldiği evde ince tülün arkasında yollar gözleyen romatizmalı, romantik bir ihtiyar: Fatma teyze…  Yan yana getirip bu kelimelerle aritmetik bir hareket çekseniz, baksa hangi medeniyette “şükür” diye bir netice çıkar işlemin sağ tarafında azizim?

 Nankör evlatlarına rağmen azizim… Fakir hala AŞIKIDIR bu medeniyetin…

Kırılsın elleri ya... Öylesi bir yuva kuramaz aşkına… Şu uzak diyarlarda…

Tam yedi yüz kırk beş geçe geçip gidivermesine rağmen  hatta…

Ali Kılıç

Paylaş


     Ali Kılıç'ın Eski Yazıları

 

Bilgeliğin en güzel yönlerinden biri de, asla tekelleşememesidir.

En saçma sapan(!) gözüken bir fikriyattan bile hikmet sözleri damıtılabilir. Bu Bilgelerin Bilgesi diyebileceğimiz varlığın da bir adaletidir. 

“Kestirip atmama” konusunda gözümüze sokulması dahi kâfi gelmeyecek bir trafik işareti!

Mamafih, düşünsel hayatımıza bir şekilde zerk edilmiş travmaların habis buhusu, yine bir yolunu bulup düşün dünyamızı perdelemektedir. Kana susamış bir pala yırtıcılığıyla tıslayan karabasanımızın adı belli; “Doğru şeyleri yanlış insanlar söylüyor.”

Samimi miyiz? Bir cümlenin noktasına eşlik eden o son soluk verişten bile hızlı davranıp “Sana mı kaldı, seni şubucu” yapıştırma âdeti; mimlenen sözün, hedef tahtasındaki ismin eylemiyle çelişmesinden mi ileri gelir; yoksa bilinçaltımızda yarattığımız devasa önyargı kirpilerinin tepişmesi suretiyle ortaya çıkan bir fikri zelzeleden, bir muvazene kaymasından mı? 

Acı bir tespit; doğası gereği kanatlanmaya mahkûm düşünceler önyargılarla zımbalanmıştır!

Bu fikirsel nasırlar nerden peyda oldu? Görünen o ki, toplumdaki düşünsel kitlelerin istisnasız her birinde her daim taze bir “seçilmiş travma” mevcut. Bu durumun yeşerttiği önyargı “umde”leri, hayal balonlarını patlatmakta, zehriyle diyalog şerbetlerini acılaştırmakta…

Bunun farkına varmak isteyen her insanı, bayraklaştırdığı imgelere deruni bir gözle bakmaya davet ediyorum…

Muhafazakar toplumda 28 Şubat, türban meselesi, irite edici irtica yaftalarının gücenikliği bu bayraklık işlevini yerine getirirken; Ermenilerce 1915 trajedisi, Kürtlerce 12 Eylül kabusu, Şeyh Sait hadisesi gibi mefhumlar sancaklaştırıp hamasi duygularla ütopyaya bulanır…

Devlette hâkim kadim(!) Kemalist ideolojininse doğası travmatiktir... Endişe, başat unsur; paranoya genetik bozukluktur.Her azınlık bir tehdit, her yenilik göze alınamaz bir risktir.

Ve her ideoloji maalesef bir düşman üzerinden kurgulanmaktadır...

Horgörü nöbetleri işte tam bu noktada peyda olmakta…

Bülent Arınç’a “Hayır abicim hayat gayet de onlarla mümkün yahu” yada “..bir de rock’n roll var, onu unutmuş.” dememiz de bundan..

Daha fazla demokrasi, daha insani bir hayat isteyen Kürt vatandaşına da –en kibar ifadeyle- “Seni gidi bölücü seniii..” diye parmak sallamamız da..

Din hürriyeti çerçevesinde cemevi isteyen Alevi vatandaşa fazlasıyla ağır “belden aşağı” ithamlarda bulunmamız da tabii...

Hayatın alkol ve cinsel ilişkiden ibaret olmadığıdemokrasinin, insanca yaşamın, eşit vatandaşlığın "bilgece" kavramlar olduğu; aşikâr...

Doğrudur, bazı derin yaralar kolay kolay geçmez... Ama izi kalsa da tedavi edilebilir.. “Sen de haklı olabilirsin” diyebilecek olgunluğa eriştiğimiz an, yaraların bölmediği, birleştirdiği ve hatta ulvileştirdiği anlaşılacaktır...

Unutmayın, amok koşucusu gibi daldığımız güruhun da “troma modası”ndan nasibini almışlarla dolu olduğu, hakikat...

Ve mevcut şartlarda herkesin en az bir tane iltihaplı sinir ucu varsa, bu kesinlikle göz ardı edilemeyecek bir ortak noktadır... 

Bilgelik gibi…

Online dergiler Online dergiler