Şehir, Mekan ve İnsan: Betonkent

Said Doğrul tarafından yazıldı. Aktif .

 

Merhaba, benim adım Said, Bursalıyım. Yüksek yüksek tepelere kurulmuş bir apartmanın sekizinci katında büyüdüm. 

Çocukluğum, Keşiş Dağlarında Heidi gibi koşturup, pamuk yığını bulutlara şekil biçmek ile geçmedi. Çamurlu arazide futbol oynamadım, ıslak burunlu bir köpeği okşamadım, Omo reklamlarında hiç rol almadım. Domatesi market raflarından topladım. Bir sokak kuytusunda değil, koltuk arkasında saklanmışken sobelendim; kanepe kollarından kale direği yaparak top tepikledim. Tavan kirişine smaç bastım, ağaç yerine kapı pervazına tırmandım. Bununla beraber kestane, gürgen ve palamuta ismen aşinayım; fakat yolda görsem tanımam.

Yine de oyun oynamaktan keyif alan insanların arasında, şanslı bir çocukluk geçirdim. Şehir olarak Monopoly'ye bayılırdık. Her cadde başı ihaleye çıkarılır, zarları iyi atan binasını dikerdi. Özellikle Barbie'lerden hoşlanan hemşehrilerim, aynı zamanda Tetris müptelasıydı. Apartman blokları giderek göğe yükselir, ekseri seçim arefelerinde bir çubuk daha boyumuz uzardı. Köşe kapmaca bir diğer favorimiz. Kimisi tuttuğu köşeden dönerken, berikiler yuvarlanıp giderdi. Körebeyi de unutmamak gerek, ebenin -afedersiniz- kim olduğunu tahmin edersiniz.

Sekizinci katta yaşıyorduk ve fakat anne-babamın yükseklik korkusu vardı. Bursa ovasına mıhlanmış yanlışların gün geçtikçe 'kat'lanmasından korkarlardı. Aşağı katlarda oturan komşularla ilişkimizin 'alt-üst' olmasından korkarlardı. Bol sıfırlı ihtirasların, toplamda şehre katkı sağlamayıp, çarpanıyla yıkıcı netice doğurmasından korkarlardı. Kısacası Allah'tan korkarlardı.

İlkokulum şehir merkezinde, iki meydan bitimindeydi. Evet, ülkenin dört yanında olduğu gibi, Bursalılar da işlek bir kavşağı meydan bellemişti. Ve hayır, üç-beş kişinin yan yana gelmesini tedhişle ulamalı okuyan devlet ricali, vatandaşa "meydan" vermiyordu. Şehrin kılcal damarlarından geçip, 'beyin' olarak tavsif edebileceğimiz merkez artere ulaşıyorduk. İtiraf ediyorum, televizyondan duymuştum: Şehrin beyni. Peki neden orada fast-food dükkanları pıtrak gibi çoğalıyordu? Aldığı göçle iyice şişmanlayan ["gelişen"] şehir, midesine düşkün hâle geldi kabul edelim, eyvallah; o halde bağırsaklar hangi muhite nasip oluyordu?

Göç demişken, o esnada dedemler istatistikî bir veri olarak Bursa'ya taşındı. Sanırım inşaat sektörü, sayelerinde ihya oldu. Birbirinin fotokopisi yüzlerce bina, yeni göçmenleri tesviye etmek üzere 'sıvanıyordu'. Daha dün annemin kollarında koşuyordum; "modernizasyon", "tektipleşme", "global mutasyon" gibi briyantinli lakırdılardan habersizdim. Çayda eriyen pötibör bisküviye üzülüyordum, kimlik ve çeşitliliğin kaybolmasına değil. Ayrıca dedemlerin mahallesinde epey 'çoğulcu' yapılar vardı: Girişinde kebapçı, üstünde muhasebeci, sağ tarafında ANAP ilçe başkanlığı, öte yanında turizm acentası, tavan arasında düğün salonu, çatıda halısaha; üstelik tek blok binada! Yanar dönerli zibilyon adet tabela, görsel bombardımana uğratıyordu. Renk renk, desen desen. Ne var ki oturdukları beton apartman, 'eski toprak' üst soyum kadar sağlam görünmüyordu. 

Daha kötüsü, gökyüzü de artık görünmüyordu.

*

Biraz büyüyüp, kalın ve italik yazalım: Nefis, konulduğu kabın şeklini alır. Diğer deyişle mekânın ruhu, sîrete sirayet eder. "Bana nerede yaşadığını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim" demiş meşhur Fransız filozof. Yahut Tibet atasözü diyelim, akılda kalıcı olsun. Bir şehirde yapılar birbirine saygısız ise, mütecavizane dikilmişse; zerafet ve estetikten, uhuvvet ile yardımseverlikten bahsetmemiz güçleşir. Uyumsuz, sakil binalardan ancak abus çehreler çıkar. Güneş girmeyen eve, kavga ve kasavet girer.

Şehrin adı mekân, soyadı insandır. Mekân betona gömüldükçe de, "insan hüsrandadır".

Yazar Hakkında

Said Doğrul

Said Doğrul

İlk ve orta öğrenimini, gözünü açtığı şehirde tamamladı. Hukuk okumak üzere Bursa akvaryumundan İstanbul deryasına kulaç attı. Bir müddet tiyatro ile oyalandı, üç-beş kısa filmimsi çekti. İstanbul Üniversitesi Kamu Hukuku yüksek lisans programında temaşager, aynı kurumda Sosyoloji lisans talebesi. Sıfat değil, eylem olarak ‘yazar’lığını, editörlüğünü de yaptığı Fikir Adası e-dergisinin yanı sıra, sair süreli yayınlarda sürdürüyor. Şu an ise uzak ülkelerde, davulun sesinin geldiği yeri bulmaya çalışıyor. İleride cennetlik olmak istiyor.

 

Kafa Kâğıdı:       |  

Online dergiler Online dergiler