ÖRTÜ

AB ile müzakerelerin yoğun olduğu dönemde kimisi muasırlaşmak için dayatmacı kriterlere ihtiyacımız olmadığından dem vururdu kimisi de ne yapılıp edilip birliğe üye olunması gerektiğini savunurdu.

Bir Kıbrıs bir de Ermeni Sorunu vardı ki gıyabında konuşmayan, yazmayan kalmamıştı; hatırlar iseniz.

Çok şükür Rumlar Annan planına referandumda hayır dediler de yük bizim omzumuzdan kalktı.

Ermeni meselesi de belirli gün ve dönemlerde yine ve yeniden karşımıza çıkıyor. O zamanlardan aklımda kalan bir köşe yazarının bir kaç belirleyici ibareyi değiştirerek bu konuyla ilgili sonraki yıllarda çıkan yazısını yayınlayıp ertesi gün durumu açıklamasaydı.

Eleştirisi 10 yıldır değişen bir şeyin olmamasına yönelikti. Şimdi AB ile olan ilişkileri o günlerdeki gibi sık ve hararetli tartışmıyoruz. Artık eksen kaymasımı denir, eklem romatizması mı denir, dış politikada siyasi dinamizmi yakaladık yolumuza bakıyoruz diye mi süslenir bilinmez.

Zamanın ruhu Zeitgest ile pek yakın tarihimizle ilgili tutturduğumuz sorun ise türban.

Ne zamandır konuşuluyor, tartışılıyor. Kimsenin ne diyecek sözü bitti ne adamakıllı bir sonuca varıldı. Bunlar yetmiyormuşçasına bu mesele birtakım akıl almaz rezilliklere beşik oldu.

Burada bahsettiğim türban sorununu yok saydığımın göstergesi değildir. Olur olmaz her yerde karşımıza çıkmasıdır. Daha da vehim olanı üstteki paragraftakinden farklı olarak sadece iç siyasete ait bir problemin çözüme bir türlü erememesi, erdirilememesidir. Dallanıp budaklandırılmasıdır. 

Bir Rusların beyaz akım projesini bağladıkları günleri hatırlarım Özbek Kazak gazını ta İtalya'ya kadar taşıdıkları proje. Türban mürban diyordu temsilcilerimiz yurtdışı gezilerindeyken yabancı gazetecilere verilen röportajlarda. Biz de diyorduk haliyle ''türban'' imam-cemaat paralelinde. Sonralarında İran keserim gazınızı demişti, n’oluyor yahu olmuştuk.

“Bir Nabucco vardı noldu sahi ona?” demişti bazıları. Bayılmıştık paraları, korkmuştuk.

Zamlar,mamlar. Türban falan vardı bu sıralarda ağızlara pelesenk yine. 

Tatlı su solcularının devam filmi tuzlu su muhalefetimiz seçim öncesi siyah çarşaflı vatandaşlarımıza rozet takmıştı, ne günlerdi…

Bu türban nelere kadir yavaş yavaş anladık. Baktınız ortalık karışıyor, türban deyin havanız değişsin çünkü eskimeyen kan, çok büyük örtü türban.

Kitleleri harekete geçiren en garantili olgulardan.

80 yıllık cumhuriyette yasama gaspının konusu olmuş. Kimse de kalkıp ne oluyor dememiş. Demokrasi tehlikesi ismen Atatürk ilkelerince koruma altına alınmadığından laiklik gibi çığırtkan tepkilere sahne olmuyor herhalde. AİHM’den karar çıkıyor. [Burada bu kararın sağlıksız olduğuna da değinmek gerekir. AİHM kararda der ki laik okulda okumayı seçen öğrenci konulan kılık kıyafet kuralına uymak zorundadır. Halbuki bizim ülkemizde laik olmayan okul yoktur onlardan farklı olarak. Yani Cambridge, Oxford gibi cemaatler tarafından kurulmuş okul yoktur. Bir de bunu anlatmaya kalksan işin içinden çıkamazsın.]

AİHM’nin kararı uygulansa mı uygulanmasa mı diye tartışılıyor, pozitif hukuk karanfil edilerek biraz da. Bu arada YÖK başkanı yasa yapıveriyor. Rektör dünya görüşüne göre adam alıyor okula, sen gel sen gelme diyerekten.

Bir vatandaş sınava giriyor geçersiz sayılıyor, yan sınıfta aynı dertten muzdarip arkadaşının sayılmıyor. 

Diyorlar ki ''Efendim örtünmek var, örtünmek var. Bizim babaannemiz de örtünüyor ama öyle örtünmüyor.''

 20 yaşındaki kız senin ninen gibi örtünmek zorunda mı?

Ya da bir şekle sokulmak zorunda mı? Bunları kim denetleyecek? Bu özgürlük sınırlaması nerede başlayıp nerede bitecek? Bunlar hiç aklınıza geliyor mu?

Yahut türban serbestisinin anayasaya laiklik ilkesiyle aykırı olması gerekçesi türban yasağının laikliğe aykırı olduğunu aklınıza getirmiyor mu?Ayrım nerede? 

Ordusu gata fiyongu yapın öyle tedavi edelim sizi diyor. Yargısı muhtıra veriyor. İktidarı seçmen gözü boyuyor.''Kadına özgürlük türbana hayır'' diye pankart açıyor demokratik laik cumhuriyetimin sosyalist genci, ilim irfan yuvamızda türban istemiyoruz diyor. 

Yıl 2010, aylardan kasım.

İşte bütün mesele:

On/Off

Aysel Serpil Görgün

Paylaş


     Aysel Serpil Görgün’ün Eski Yazıları

THY UÇUYOR

Bundan 77 yıl öncesine kadar Hava Yolları Devlet İşletmesi adıyla kuruldu. Bulunduğu konum ülke içinde bile bilinmez, ismi duyulduğunda yabancı bir söylem varmış gibi bakılırdı söyleyenin yüzüne.

1947 yılında ilk dış seferini yaptı; o zaman ki, Hava Yolları Devlet İşletmesi. Ankara-İstanbul-Atina güzergâhı doğrultusunda yapılmıştı bu ilk ve gurur verici seyahat. Bu tarihten sonra yavaş yavaş namı duyulmaya başlandı ülke içerisinde. Dünya şartlarına göre; gün geçtikçe gelişen ulaşım türlerindendi, havayolu ulaşımı. Tarih 1956’da şu anki adıyla herkes tarafından bilinen “Türk Hava Yolları” adını aldı.

Gelişme süreci hiçte kolay olmadı THY’nin. Elinde, çok kısıtlı imkânlar vardı. Kimse havayolu ulaşımını kullanma meraklısı değildi ülkemizde. Karayolu, en mantıklı gelen ulaşım türüydü bizim için. Bu sebepler doğrultusunda hep arka plana itildi havayolu ulaşımı ve bunun bizdeki tek temsilcisi THY. Böyle bir manzara karşısında, dimdik ayakta durmak gerekiyordu. Zorlu koşullar çabuk yıpranmaya sebebiyet veriyor ve dayanılması güç durumla karşı karşıya bırakıyordu sizi. 1986 yılında ilk Uzakdoğu seferini yaptı THY. Bunun dışında, sefer noktalarının az olması da dezavantaj teşkil ediyordu.

Gelişen teknoloji, daha iyi uçakların çıkmasını sağlıyor, uçak tipleri ve konforu gelişme gösteriyordu. Bir yandan gelişen teknolojiye ayak uydurmaya çalışıyordu THY. Bunu yaparken de THY’yi; sermaye yetersizliği zorlu koşullara itiyor ve borçlanan bir kurum haline dönüşmesine sebebiyet veriyordu.

Günümüze yaklaştıkça, daha çok favorileşmiş bir ulaşım halini alıyordu havayolu taşımacılığı. Genelde yurtdışı seferleri için kullanılıyordu. Bu yıllar geçerken, diğer sektörlerdeki gelişmeler neticesinde yurtdışına çıkma gereksinimi olanlar için alternatif oluyordu artık havayolu ulaşımı. Tabii, birde; büyük iş adamlarının, bürokratların zaman problemlerinden dolayı, tek alternatif havayolu ulaşımı olması büyük bir artıya tekabül ediyordu artık…

2002 yılında, on beş yıldır takip edilen periyot içerisinde sadece 3. kez kara geçmesi sıkıntının ana göstergesi oluyordu şüphesiz. Şu an ki durumu her kesim tarafından bilinir hale geldi. Her hangi bir kurumun büyümesi hiçte kolay değil. Her türlü sıkıntıyı çekersin ve çektiğin bu sıkıntılar sana tecrübe aktarır.

Bunun dışında THY:

-Finansal sağlıkta ve büyüme hızında Dünya dördüncüsü.

                -Karlılıkta Dünya altıncısı.

                -Ekonomi sınıfı servisinde Dünya birincisi.

                -En iyi havayolları sıralamasında Güney Avrupa birincisi.

                -Dünya çapında böyle bir en görünümüne sahip olmuş bir THY’nin çıkması bütün zorlu koşullar karşısında ders alınmasına ve asla yılmamasına bağlıyorum.

                -2007 yılındaki kar 500 bin lira iken 2009 yılında bu rakam 30 milyon lira oldu.

                -Pilot sayısı 640’tan 1950’ye çıktı.

                -Kabin personeli 1700’den 4000’e ulaştı.

                -Bütün bunların altında hep emek var. 77 yıllık bir tarihin ürünü olarak karşımıza çıkıyor THY.

Hiç kolay olmadı buralara gelmek. Kısa kısa değindim, içinde bulunduğu durumlara. Şu anda ki performans ise; harika ötesi hale gelmiş ve Dünya çapında bir marka haline dönüşmüş kurum halini almış.

15 yılda sadece 3 kez kar etmiş olduğundan bahsetmiştim. Giderleri çok olan bir ulaşım türü havayolu. Büyüme stratejisini oluştururken, mutlaka giderlerden kısmanız gerekiyor. En kolay yollarından biri özelleştirme atağına gitmek olabilir. Hizmetler özelleştirilerek ek gelir sağlanmasına gidilebilir. Bunun dışında, hızlı bir markalaşmaya gidilmesi şarttır. Neden diye soracak olursanız, tanınırlık, kalite ve güven çok önemlidir. İşte bu 3 unsuru size bir arada verecek olan markalaşma atağıdır.

Reklam, en önemli unsurlarda aslan payını alanlardandır. Çünkü, tanınırlık önemli ve bunu sağlayabileceğiniz, markalaşma dışındaki başka bir alternatif. Bu yola ilk adımını atmadan önce ince eleyip sık dokuman gerekiyor. Aksi takdirde zarar görebileceğin bir hal alabiliyor. THY, giderlerini kısmak zorunda ve yolcu sayısını arttırma peşinde olan bir kurum. Reklam, doğru kullanılması gereken bir atılımdır. Reklam gideri çoktur ancak; doğru analiz edildiğinde getirisinin de çok büyük olduğu bir unsurdur.

THY ne yaptı? Dünya’da 3 futbol takımı say denildiğinde, aklınıza gelecek takımlar içerisinde yer alan Barcelona ve Manchester United’ın sponsoru oldu. Reklamda ki en iyi adım, işte bu 2 takıma sponsor olunmasıdır. Böylece tüm dünya “TURKISH AIRLINES” adıyla Türk Hava Yolları’ndan haberdar oldu. Markalaşmanın en büyük payı böylece başarıyla bitirilmiş oldu. Böylece; yolcu sayısını günden güne arttırdı.

Sadece markalaşmak yetmiyor tabii. Yolcuların memnun ayrılması ve bir başka uçuşta da sizi tercih etmesi için onların güvenini ve memnuniyetini kazanmanız gerekiyor. Rahat bir yolculuk geçirmeleri için her türlü zemini hazırlamak, ikramda her türlü damak tadına cevap verebilmeniz gerekiyor. THY, bunların hepsine sırasıyla el atmış ve her yolcusundan pozitif not almayı başarmış.

(Dipnot olarak belirtmek isterim. Sürekli yurtdışına seyahate çıkması gereken bir ağabeyimden, bundan 2-3 ay öncesinde konuşma ortamında duyduğum: “Yurtdışında yolculuk için herkes THY’yi seçiyor.” bilgisi benim aklıma geldi belirtmek istedim.)

2009 yılının ilk 9 ayına ilişkin THY’nin raporları açıklandı ve onları not almıştım. Onları da paylaşmadan geçmek istemedim.

                -THY, 2010 yılının ilk 9 ayında 21,9 milyon yolcu taşıdı.

                -İlk 9 ayda taşıdığı yolcu sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre %17,8 arttı.

                -Yolcu doluluk oranı %3,4 puan artışla %74,2 oldu.

                -Bütün bunlar dışında, sefer noktalarını arttırdı, filosunu genişletti. Daha rahat ve yolcu konforunu üst seviyeye çıkartan uçaklar takviye edildi. Gün içerisindeki uçuş sayısı arttı.

                -Yazımı bitirmek üzereyken bir haber duydum ve onunla kapamak istedim. Metropol kentimiz olan İstanbul, havayolu taşımacılığında ipi göğüsleyen şehir. Avrupa’dan Asya’ya olan uçuşların %66’sı İstanbul üzerinden yapılıyor. Bu durumda kentte bulunan 2 Havalimanı’nın bu trafiğe cevap verememesinden dolayı şehre 3. havalimanı yapılması gündemdeymiş. Dakika başı uçak kalkıp inen İstanbul Atatürk Havalimanı’nın yükünün hafifletilmesi şart.

Yapılırsa iyi olacağı görüşündeyim…

                               Ahmet Eren

Paylaş


     Ahmet Eren’in Eski Yazıları

 

“Bu yazıda anlatılanların hepsi gerçektir, fakat henüz hiçbiri cereyan etmemiştir.”

Uzun uzun yıllardan sonra, ama aynı galakside; yeni bir ülke serpilmiştir.

Afili Filintalar yönetime el koymuş, “Ne mutlu Türküm diyene” sözlerinin yerini “veritas vos liberabit”ler almıştır. Bu şanlı ihtilâlin parolasıysa “Yetmiyor akvaryumdan terfi etmek”tir. 

“Muhalefet vitamini ve ham devlet sırlarını anestezi kokteyliyle yutan ham liberaller şans getirsin diye mi tükürdüler paspasa?!” soruları ideal bir yönetimi kurmuştur gökkubbemiz altında. 

Liderleri, ölülerin uykusundan daha ağır bir yükten sırtı kamburlaşan aksakallar...

Toplum ideal kıvamına gelmiştir, elimizi sallasak elli tane bireysel kurtuluş savaşı gazisine çarpmaktadır. Organize olan zenginler gururlu fakirlere karşı planlı bir soykırıma girişmiştir mesela.

Okullarda ölülere su içirmekte zorlanan zevat, sonunda akıllanıp hastaları tedaviye yönelmiştir.

İzahatın bu kadarı kâfi, gerisi bir taze merak olarak bir köşede kalsın.

O dönemden sökülen bir tarih kitabında –hani önsözünde sadece “demem o ki her şey hep takdir-i ilahi” yazanlardan- memleketin ahvaline ilişkin birkaç kırıntı çarptı gözüme...

Güneş gözlüklerinizi takın, yansıyan ışık gözünüzü alacak;

“...Bizim İsa’nın çocukluğundan 2000 yıl kadar sonra

Yeni bir fildişi kule yeşerdi gök kuşak topraklarında

Hala mavi matem oralarda..

İranik kısmını atlarsak, Anadolu insanları bunun bilincinde değildi

İronik... Dut yemiş bülbül devrimi!

Üzerine kütükler devrilmiş 80 yılın, günbatımı yaratığı: Yarı opak kaos,

Darbelerin yeşerttiği sancağın liberal demokratlaşması ve atılı batılılaştırması ile

Küllerinden doğan banka kuşlarının kötü niyetli iyi çalışmalarıyla duruldu

Bir yıldız kayması kadar anlık bir sanat.. Sevgililer konjonktürelleşti, Dörde kadar yolu yoktu artık resmilerin

Yine de mesai 9’da başlar 5’te biterdi.

Geri geri emeklemeye korteksten mahkum solaklar ise

Akça pakça bir perinin değneğinde balkabaklaştı

İyi ağaçlar sağ’nak yağmurlara binip gittilerse de

Geride ot da olsa iyi olanlar kaldı

Ha bir de; tarihe tanık olamayan gafiller genelde sanık oldu

Şahit yazılmaktansa kurtulan olmadı...”

Dün hep vardır, yarınınsa adı var...

Kişisel not; “Don’t shoot the translator”

Muhalif olmak çekicidir; öteleyen, önemsemeyen ve örseleyen yığınların yanında farklılık ile ferdiyetinizin altını çizersiniz.

Çözümsüzlüklere karşı açılan isyan bayrakları, statükonun statik siluetinden sıyrılıp, ideale doğru yola çıkanların plakasıdır.

Mevcut sistem ne âdil ne de hakkaniyetli bir düzendir.

Kapitalist koşulların kalıcılığını kabullenip kovuğuna çekilmek ve kafa yormaksızın kayıtsız kalarak kulak tıkamak, kemikleşmiş fikirlerin karanlık koridorlarında kovalambaç oynamaktan farksız.

O halde iki yol karşımıza çıkıyor: Alternatifler üretmek veya ‘anti’leşerek agresifleşmek.

Meclis-i Mebusan caddesinden geçerken sağınıza solunuza iyi bakın. İnsanlığın vicdanını görme ihtimaliniz var..

Bankların birinde oturan beyaz sakallı adam.. Etrafında beş altı sokak köpeği.. Ufalanmış ekmekler..

 

7000 yıllık medeniyetler tarihi geçmişine sahip bir ülkede son zamanlarda yaşanılan gelişmeler ilgimi çekti.

Evet, bahsi geçen ülke: Mısır.

Geçtiğimiz haftalarda parlamento seçimleri için ilk oturumun yapıldığı yer!

Seçim sürecine haftalar varken, o süreçte neler yaşanılacağını gerek bölge halkının, gerekse dünya kamuoyunun az-çok tahmin ettiği, yapılan ilk oturumdan sonra yaşanılanlara bakıldığında ise, tüm o önsezilerin oldukça tutarlı olduğunu gösteren bir tablo sundu Mısır.

Aslında ülkenin çok değil,60 yıllık bir cumhuriyet tarihi var.

Demokrasi adına ise, henüz bir tarihleri olmadığı kanısındayım.

60 yıllık süreci incelediğinizde yalnızca 3 lider isimle karşılaşmanız, hatta fazla derinlere gitmeden son 30 yıla bakmanız halinde yalnız ve yalnız tek bir liderin hüküm sürdüğü bir cumhuriyet(!) tarihiyle karşılaşmanız, sanırım ülkedeki demokrasi anlayışına dair ipuçları veriyor.

El Masri el Yom gazetesi başyazarlarından Nasan Nefa ise bu durumu çok net ifade ediyor: "İstisnasız 30 yıl boyunca tüm seçimleri bir parti kazanıyorsa bu,yolsuzluğun rejim yapısının tamamlayıcı bir parçası haline geldiğini gösterir."

Mısır halkı için üzgünüm...

Çünkü bu 30 yıllık mutlak hâkimiyetin henüz sona ermediği, üstelik aynen devam edeceğine dair sinyalleri, geçtiğimiz Parlamento seçiminde yaşanılanlarla az çok aldılar.

Sergilenen tüm o otoriter ve baskıcı tutumlarla, Mısır demokrasisinde muhalefete yer verilmeyeceği gösterildi.

Şimdiki yerleşik sisteme karşı duran Müslüman Kardeşler gibi belli grupların gördüğü haksız muamelelerle, Mısır halkının özlemini duyduğu bağımsız, adil cumhuriyet hayalleri başka baharlara ertelendi... Çok uzak baharlara!

Dünyanın neresinde olursa olsun, insanların böyle yönetimler altında yaşamak zorunda kalması, vicdanları rahatsız ediyor.

Oy kullanmaya gidilen okullarda gizli kameralara çekilmiş düzenbazlık görüntülerini popüler video sitelerinde kolaylıkla bulup izleyebiliyoruz. Çünkü bahsettiğim videolar oldukça çok sayıda!

Halk boykot edilip, seçme hakkı elinden alınıyor... Hükümet aracılığıyla polisten ve bilimum güvenlikten tam yetki almış birkaç hilekâr adam, oy sandığının başında iktidar partisi için onlarca, ülke genelinde belki yüzlerce, binlerce oy kullanıp, sandıkların içine koyuyorlar!

Ve sonuç tahmin edebileceğiniz gibi 100% iktidar!

Seçimlerin ilk oturumunda yaşanan bu kadar usulsüzlükten sonra, muhalefet kanadındaki Vafd Partisi ve Müslüman Kardeşler Örgütü ikinci oturumdan çekildiklerini beyan ettiler.

Tüm bu gelişmeleri biraz internetten; ama büyük çoğunlukla Mısır'lı arkadaşlarımdan takip ettim.

Onlara sorduğum ilk soru şu olmuştu: "Madem iktidar, bir şekilde seçim sandıklarına müdahale ediyor ve kendi kendine seçim zaferi kazandırıyorsa, neden size ‘parlamento seçimleri’ diye bir gün hazırlıyorlar?"

Soru olağan, cevapsa çok manidardı!

"Dünyanın geri kalanına, ’bakın bu ülkede bir cumhuriyet(!) var!’ izlenimi vermek!

Seçim sürecinde hepsi oldukça gergindi.

Oy kâğıdının üstüne Hüsnü Mübarek için kişisel mesaj bırakan bir arkadaşım var benim! (Mesaj içeriği belki burada paylaşım için uygun olmayabilir!) :)

Bu arada o mesaj yerine ulaşır mı bilmem...

Ama ben onların hissiyatlarına ortak olmak ve tüm bu yaşanan haksızlıkların duyulmasına, bilinmesine bir nebze katkıda bulunmak istedim!

Dünyanın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmış bir bölgeden bahsediyoruz. Bu yaşanan çirkinlikler, o toprakların tarihine hiç yakışmıyor, değil mi?

Bir haber sitesinde "Nil topraklarında olmayan demokrasi!" başlıklı bir yazı görmüştüm. Şu anki durumu oldukça iyi ifade diyor bence.

Umarım birgün... Birgün o özlemini kurdukları ama sürekli başka baharlara ertelenen demokrasiye kavuşurlar!

Online dergiler Online dergiler