YARINLARA...

Nice iyi dileklerle başlayıp içerisine bir yığın yaşanmışlıklarımızı yerleştirdiğimiz bir uzun yıla daha veda ederken aynı kısır döngünün içerisine girerek, umutlarla yeni bir seneye daha başlamak üzereyiz.

Hayatımıza devam ederken iyisiyle kötüsüyle geçirdiğimiz yılı sorgulamamız, hesabını yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Bizler gökkuşağı misali her şeridinde farklı renklerle kırkyama bahçesi gibi farklı desenlerle aynı havayı soluduk. Kısacası kimimiz güldük kimimiz ağladık…

Her sene ‘nasıl geçecek’ diye başlayan cümlelerimize noktayı koymak üzereyiz. Yaşam pastamızdan bir dilim daha aldık diyebiliriz. Bu yıl içimizdeki sesi duyalım ve yeni yıla hatalarımızla, yanlışlarımızla yüzleşerek başlayalım. Bundan sonra adım atarken ilk olarak tecrübelerimizden faydalanarak doğru istikamette ilerlemeye çalışalım. Bu bağlamda 2012 ye ‘merhaba’ demeden önce değerlendirmelerimizi can alıcı noktadan yapmamız en büyük kazancımız olacaktır.

Bu yıla veda ederken yüreğimizi burkan, inceden inceye sol yanı sızlatan felaketler içinde olan Somali’yi, Çeçenistan’ı, Filistin’i ve daha nice sıkıntılar çeken kardeşlerimizi unutmayalım. Çünkü orada yaşanan her şey insanlığın kaybıydı. Bu sıkıntılardan tüm dünya sorumlu. Başımızı yastığa koyduğumuzda bir tarafımız hep eksik kalıyor, işte bu komşusu açken tok yatamamanın sancısı. Kardeşlerimizin çektiği acıları hissedebilme erdemi.

İki ayağımızı bir pabuca koyup yüreğimizi telaş içine koyan, üzerinden yıllar geçmesine rağmen her duyduğumuzda suratımızı astıran derin mevzu.

Geçmişin hesabını yaparken bir yılın özetini şöyle bir gözden geçirelim ve tüm karanlıkları silmeye çalışacağımız yeni yıla bol umutla girelim. Her bitiş yeni bir başlangıca gebedir. Sanırım içinde bulunduğumuz duruma fazlasıyla uygun. Atalarımızın bize bıraktığı şeref dolu geçmişi bizde yaşayacağımız güzel geleceklerle bırakacağız..

***            

Yazıma burada son vermiştim ama bu ara gündemimizi meşgul eden Fransa Cumhurbaşkanın anti-demokratik tavrından çok kısa bahsetmek istedim. Bizi ilgilendiren nokta bu konuda konuşma hakkını nerden aldığını anlayamadığımız Sarkozy’nin düşmanca tavrı ve tabiî ki Ermeni Meselesi… Tüm halk ayağa kalktı, yapılanları devlet ve millet olarak kınadık. Herkesi boykota çağırdık. Elbette ki tepkisiz kalmamalıyız. Ama Fransa bize ‘sözde’ Ermeni soykırımı yaptınız dediğinde biz ona Cezayir’de yaptığı soykırımı hatırlattık. Dedeni de biz kurtarmıştık gibisinden cevaplar gönderdik. Hâlbuki bize yakışan tavır akıldaki tüm soru işaretlerini silmek ve haksızlık karşısında haksızlığa uğramadan konuşabilmek olmalı. Fransa bize taş atmasaydı, Cezayir’i sinemize mi çekecektik yani?

Hükümete düşen görev ise burada elinden gelenin fazlasını yapmak olmalı. Bence tarihle artık bu milleti yüzleştirmeli. Atalarımın aklından soykırımın adının bile geçmediğine ben adım gibi eminim. Devlet elindeki tüm argümanları, dosyaları, açılmayan arşivleri ortaya çıkarmalı ve tüm dünyaya haklılığımızı ispat etmeli…

 

Nermin Uyan

Paylaş


     Nermin Uyan'ın Eski Yazıları

GÜZEL ŞEYLER OLUYOR

Derler ki dünya yüzüne boyalar çalmış çirkin bir kadın. Her âdem tadar onun aşkından. Ve gene derler ki dünyanın karanlığı âşıklarının ah’larından…  Aşklarının körlüğünden dünyaya kötülük edenlerin karşısında o kadına hiç bakmamış, karanlıktan çok aydınlığı görenler var.

Onları görmezden gelen, kötü haberden ekmek yiyen medyaya karşı, ara sıra onları hatırlamak başkalarına da hatırlatmak gerek.

Engellileri ısrarla engel görenlere karşı; Denizli’den bir kantin işletmecisi mavi kapak projesine destek çıkarak 30 kapak getiren öğrenciye tost-ayran, 50 kapak getiren öğrenciye döner-ayran kampanyası başlattı.

Bir kültür sayılabilecek sokak sebillerinin sularını kesenlere inat; Balıkesir’de ‘bir yudum süt’ projesiyle musluklarından sıcak süt akan seyyar çeşme açıldı.

 Şehir karmaşasını bahane edip etrafını unutanların aksine bir grup gönüllü, zamanlarını ayırıp görme engelliler için kitap okudu ve hatta telefon kütüphanesi uygulamasını başlattı.

Türkiye kaç milyon dünya kaç milyar tartışmasını BM Nüfus Fonu her ülkeden bir bebeği 7 milyarıncı insan seçerek sonlandırdı.

Ülkemizde öğrencilerin hevesini kıran yapamazsın ve edemezsincilere karşı,  25 yaşındaki bilgisayar mühendisi Can Yıldızlı (lone wolf)  tek başına katıldığı Pentagon’a bağlı Siber Suç Merkezi’nin düzenlediği uluslararası yarışmada açık ara farkla 1.(birinci) oldu. Bazı haber merkezlerinin ifadesiyle Yalnız Kurt Pentagon’a şapka çıkarttırdı..

Güzel şeylerin de olduğu bu dünyada, 3 elma düşsün gökten bu yazıdan sonra.  Biri okuyanın, biri kötümser gazetecinin, biri de dünyanın pençesine düşmeyenin başına…

Şeyma Hayyar

Paylaş

İdeolojik ve kurgusal yöntemlerle inşa edilen 'milli kimlik'; bir başka deyişle, sübyanların varlıklarını armağan ettiği Türk varlığı, varolan tüm aidiyetlerle kesişmeyeceğinden ötürü pek çok kimliği asimile etmiş veya ötekileştirmiştir.

Tek ahlaki kıstas olarak, müfredat uyarınca zihinlere zerk edilen milliyetçi mefhumlar, kudsiyet atfedilmiş dogmalara ilişkin her anti-teze zorba yaftalar yapıştırılmasına neden olur.

Her gün üzerine yemin ettirilerek fetiş haline getirilen vatan, uğruna 'hain'lerin öldürüleceği bir mecra olarak içselleştirildikçe; mezkûr durumun vicdansızlık ve haksızlık içerdiğine yönelik akıl yürütecek kutsal değerlerden uzak Ogün Samast'lar, sokakta Ermeni avlar veya Facebook’tan katliam çağrısı yapar.

GÖRMEYE VAR MISINIZ?

Ne kadar acı bir insanın sevgisiz, aşksız, hissiz olması, farkındalığını yitirmesi, yaptıklarından, yaşadığından, gördüğünden, duyduğundan O’nu hissedememesi. Bir yaz gecesinde başını kaldırıp gökyüzüne baktığı zaman simsiyah bir gökyüzü, arada, biz de buradayız dercesine parlayan küçücük görünmelerine rağmen aslında kocaman olan o eşsiz güzellik yıldızları görememesi. Yalnız kalıp tarifi imkansız havayı içine çekip bu muhteşem eserin sahibini düşünememesi. Ömrümüzde kaç kez gelip geçmişizdir aslında bu muhteşem tablonun altından; ama gel gelelim fark etmeyince, biraz durup düşünmeyince bunu anlayamıyoruz. Huzuru, aşkı, büyüklüğü hissedemiyoruz. Yaşamda küçük ayrıntılarla saatlerce uğraşmamıza rağmen bu büyük olayı göremiyoruz. Biz anlayamıyoruz fakat her gece Yaratan Ben varım diye bizi çağırıyor.

Bir yaz gecesi Allah’ın varlığına dair bize sunduğu kanıtlardan sadece biri. Bunun kışı da var. Kar yağarken o aydınlık gecede başımızı kaldırıp baktığımızda yukarı çekildiğimizi hissederiz ve saatlerce hayran hayran izleriz. Sonunda O’nun bize olan sımsıcak sevgisini hisseder heyecandan titreriz. Kalbimiz sanki yerinden çıkacak gibi atar. Allah’ın sevgisiyle dolup taşar.

Hayatta nereye bakarsak bakalım O’nun büyüklüğünü görebiliriz. Denizde bir gemi, uçan bir kuş bize neler anlatır.

Allah, kendisinin ne kadar yüce, eşsiz olduğunu gösteriyor aslında.

‘Size bazı işaretlerini göstermek için, Allah’ın fazlı ile geminin denizde yüzdüğünü görmez misin? Aslında sabreden ve şükreden herkes için bunda pek çok işaret vardır.’

(Lokman Suresi 31)

Şimdi doğaya bakmayı bırakıp doğayı görmeye var mısınız?

                                        Esra Arpacı

HATIRLA!

Aylardan Şubat. Kalem sevinçlerden bahsetmeye yanaşmıyor. Tarih kitaplarında yer bulamayan ama hiç yakamızı bırakmamış olan geçmişin kan kokusunu getiriyor rüzgâr. ‘Hatırla!’diyor bir ses, bugünün de geçmişin gibi olmasın diye.

Çok değil bundan 86 yıl öncesi. Üç ayaklı sehpaların hazırlanmakta olduğu günler. Seyyar infaz arabaları sanki mahkemeler. Sorgudan önce yetişiyor yargı. Ve idam hiç görülmemiş bir el çabukluğuyla baş göz ediyor hayatları ölümle, en adi şekilde. Soğuk, ıssız, sevimsiz bir hava var Ankara’nın çehresinde. Zaman, dakikalar sonra gerçekleşecek zulmün arifesinde, yalnızca gazetelerin iç sayfalarındaki satır aralarında kaybolacak bir idama gebe. Mezar taşları bile habersiz zamanın getireceklerinden. İşte öyle sessiz adalet ve her yer alabildiğine delalet.

İskilip’te doğdu. Adı Mehmet Atıf. Mazlumluk ve şehitliğin fert planında en üst örneklerinden. Tüm hayatını ilim ve irfana bağlamış, okumak ve okutmaktan başka işi olmayan, arif, fazıl sıfatlarıyla muttasıf bir İslam âlimi.  İstanbul gibi bir ilim merkezinde eğitimini tamamlamış ve Darü’l-Fünununa girip İlahiyat Fakültesi’nden mezun olmuş bir aydın. Hiç bir zaman peşini bırakmayan önder kişiliğiyle halkın itibarını kazanmış şahsiyet. Necip Fazıl’ın deyimiyle :‘’Herhangi bir şeriat adamı değil, din öfke ve hamlesine sahip bir aksiyon adamı.''

Frenk mukallitliği ve Şapka risalesi, İskilipli’nin İslam ruhuna tam uygun bir fikir yapısıyla, asliyeti korumak adına, yasaklanmamış bir mevzuda İslam hüküm ve şahsiyet ölçüsünü göstermeyi amaçlayan, cumhuriyetin şapka kanunu meyvesini vermeden mevsimler önce yazılmış eseri. Pervasızca düşünce suçlusu ilan edilmek istenen bir mazlumu mimlemenin dışında suç adına hiç bir hüccet belirtmez.

İlk defa 31 Mart olayında sürgün cezası almıştı İskilipli ve sonra ‘’yanlış anlaşılma’’ açıklaması ile salıverilmişti. İzmir’in işgaline ilk tepkiyi gösterenler arasındaydı. Kurduğu “İslâm Tealî Cemiyeti” vasıtasıyla Anadolu’nun toparlanmasına yardımcı oldu. İrşatlarıyla Anadolu’nun yüreğini diri tutmaya çalıştı.

Cumhuriyet dönemiyle birlikte çağdaşlık, ‘İlim müminin yitik malıdır. Onu nerede bulursa alsın’’kabilinden Avrupa’nın iyi ve faydalı taraflarını bünyemizde eritip benimserken asli ve şahsi hasletleri de en hassas şekilde korumak olarak algılayan anlayıştan, Avrupa’yı her haliyle taklide teşvik eden mukallit seviyesinde bir anlayışa dönüşmüştü. ’Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız! İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da verelim.”sözünün verdiği ilhamla Şapka Kanununun halka cebren uygulatılmasına karar verilmiş ve bu kanuna muhalefetin sebebinin halkın dini duyarlılığı olduğunu anlamayacak kadar hissiyat-ı umumiyeye karşı körleşilmişti. Bu yüzden muhalefetin sebebi yönetimin öteden beri hoşlanmadığı etkin bazı kişilerin infiallerine bağlandı. Sonuç olarak; sürgünler, ağır hapis cezaları ve adaleti o pak alnından vuran, geriye yalnızca kalplerin çarpışı ve sükûtun o ketum çığlığını bırakan idamlar. Sözde onca şapka aleyhtarı hareket halkın din duygusundan değil Atıf Hocanın Cumhuriyet’ten mevsimler önce yazılmış eserinden geliyordu.

1926’nın o hazin Sonbaharı birkaç günlüğüne bazı tetkikler için evinden alınıp aylarca bir tek kelime dahi edilmeden hapislerde tutulan İskilipli Atıf Hoca işte bu suç (!) tan ötürü idam edildi. Umumî efkâr bilmiyordu ki Atıf Hocanın mahkûm edilmesi için delile, itham unsuruna ihtiyaç yoktu ve o mübarek adam kendisiyle hüviyetiyle ve şahsiyetiyle evvelden hükümlüydü. Tek kabahati halis bir dindar olmak.

Nereden çıktı ki şimdi yıllar öncesinden kalma bu sevimsiz mesele, gereksiz hassasiyet? Sözlerim, şapkadan ne zaman ne çıkacağı belli olmayan ülkemin vicdan binası birkaç tuğla da olsa hala ayakta kalmış olan insanları için ki, geçmiş üzeri örtüldüğü sürece geçmemiş olarak kalacaktır. Çünkü mürekkebin akmadığı yerde kan akacak, vicdanın sustuğu yerde insanlık konuşmayacaktır. Milletimize hala giyim kuşamına bakılıp da dayatmalar uygulanıyorsa, mesnetsiz sebeplerle insanlar hak ve özgürlüklerinden mahrum ediliyorsa ve haksızlıklar hainlik yaftalarıyla örtbas ediliyorsa bu meselenin iyice hatırlanmasına ihtiyaç vardır. Kendi fikirlerini dikte etmek adına gözünü idamdan esirgememiş bu yargısız infaz zihniyeti İskiliplinin ruhunu halen asmaktadır.

İşte bu yüzden…

Hatırla! Yarını bu günden kurtarmak için.

Hatırla! Her zulmün özü nisyandır zira.

 

Ayse Varıslısoy

Paylaş


  Ayşe Varışlısoy'un Eski Yazıları 

 

Sen!

Hayatın senin arkadan işleri çevirdiğini mi düşünüyorsun? Kaderinin hiçbir satırının senin için yazılmadığını, felekle tebelleş olmayı hayat CV’nin başköşesine tecrübe olarak yazabilme ihtimalinin yüksek olduğunun farkındalığına eriştiğini mi düşünüyorsun?  Kimsenin seni anlayamayacağını; anlasa bile anlamanın çözmeye yetmeyeceğini mi öğrendin? Yani öylesin ki... Öyle yani yazamaz, yazılamaz, kelimeler kifayesiz...

Söylemek istesem gönüldekini; dilime dolanan ıstırap olur

Yazsaydım derdimin ben bir tekini; ciltlere sığmayan bir kitap olur

Çoğu insan yukarda mübalağ ile sorulan soruları belki, modernizmin getirdiği bireyselliğin daha doğrusu bencilliğin verdiği at gözlüğü ile sadece kendi ile meşveret etmenin bohemyasında evet diyebilir.  Evet... Evetse eğer sen yüzde çok yüksek bir ihtimalle, dizginlerini çoktan sana dayatılan şeylere kaptırmış, küheylan gibi koşan ama gerçeğe veya asıl olana karşı duruşun eşekten ziyade kaplumbağa...

Zira dayatılan o dur ki; Kulakların senin için dinlemeli, gözlerin işine geleni görmeli, beynin senin için ne yapıyorsa yapmalı vs... Bu da böyle olunca sıkıntılarda ya da senin sıkıntı zannettiğin şeylerde haddinden fazla abartılı olarak algı mekanizmanda yankı buluyor. Çünkü sen, sadece sende olanın farkındasın ve yine sen zannında sıkıntı olarak hâsıl olan şeyi, başkalarınınkiyle karşılaştıramamandan ötürü cevabın evet. Çünkü senin en büyük birimin sıkıtıyla alakalı, senin en büyük sıkıntı saydığın şeyden başlıyor.

Şunun farkına varalım. Herkesin hayatında zorluklar var. Ama hepsinin illa ki bir çözümü var. Zaten ispat odur ki sen insansın. Başka bir şeye gerek yok. Biz çözüm zannettiğimiz şeyi her zaman istediğimiz şey ile karıştırıyoruz. Olmayan, olması nâmümkün olan şey olmayınca onu imkânsız görüp, sıkıntılara gark ediyoruz kendimizi.  Sadece ve sadece bir kere nelere aldandığımız hesaplayalım. O zaman göreceğiz ki içimizi burkan bunca şey, aslında zahiri bir göz yanılmasıdır.

Bu bohemiyanın en üstü noktası, çözümsüzlüğün artık tek çözümünün ölüm olduğu belirsizliği de var maalesef. İnsanın hayatta yapabileceği en büyük hata! Dönüşü olmayan tek yol. Dediğim gibi elbette insan hayatta zorluklar çekecek; ama hiç bir zaman unutmamalıdır ki,  hiç bir insanın başkasına göre sahip olduğu şeylerden ötürü ümitsizliğe kapılmasına veya isyan etmesine hakkı yoktur. Bunlar en ucuz çözüm sanılan çözümsüzlüklerdir. Pişmemişlik Mevlana deyimiyle hamlıktır.

İntihara sebep nedir? İnsan kavram mekanizmasını hep “ben”li kurarsa, sebep denen şey çok. Ama şöyle bir nokta var. Sen artık kendine saygı duymayabilirsin, kendinden nefret dahi ediyor olabilirsin. Bu hayata gelmenin ananın babanın lanet olası bir gecelik zevki olarak ucube düşüncelerin olabilir. Tüm bunlar böyleyken bile senin kendi canını almaya hakkın yoktur. Bu hak kimseye verilmemiştir. Zira sen, seni seven insanlara yokluğunla kahredemezsin.  Bunu da bileceksin!  Hayatını “senin nazarında” iki tarafı b.klu deliğe sen getirmişsin ya da muhtemelen sana öyle geliyor; ama en büyük korkaklık olan çekip gitmek senin hakkın değil. Sadece bunun farkında olmak zorundasın.

Zorunluluklarını sen seçemez, red edemezsin. Yapmak zorundasın. İnsanla insan olmayan her şey arasındaki tek fark.  

Saygılarımla...

Online dergiler Online dergiler