Merhaba, benim adım Said, Bursalıyım. Yüksek yüksek tepelere kurulmuş bir apartmanın sekizinci katında büyüdüm. 

Çocukluğum, Keşiş Dağlarında Heidi gibi koşturup, pamuk yığını bulutlara şekil biçmek ile geçmedi. Çamurlu arazide futbol oynamadım, ıslak burunlu bir köpeği okşamadım, Omo reklamlarında hiç rol almadım. Domatesi market raflarından topladım. Bir sokak kuytusunda değil, koltuk arkasında saklanmışken sobelendim; kanepe kollarından kale direği yaparak top tepikledim. Tavan kirişine smaç bastım, ağaç yerine kapı pervazına tırmandım. Bununla beraber kestane, gürgen ve palamuta ismen aşinayım; fakat yolda görsem tanımam. 

Sen gelmeden,

Paslı hüzünlerin peşinde,

Gam çeken, çileyen,

Küflü sevdaların ardından,

Savrulan, kaybolan, sersem

Bir gazeldim.

  

Sen gelmeden,

Gülmek bana yasaktı ve

Aforoz hüzünler devşirirdim

İhtiyar bir adamdan,

Yirmi üç yaşında!

 

Sen gelmeden,

Sevda bir söz sanatıydı,

En cinasından.

Belki mısralardı.

Şairane bir hayaldi belki,

Hatta Fuzuli.

 

Sen gelmeden,

Bayat sözcüklerin arasında,

Kaybedilmiş bir anlamdım.

Belki,

Laf-ı güzaf.

Ne tuhaf kelime.

 

Şimdilerde ise;

Bir neşe öpüyorum yanağıma.

Senliyorum aynalarda kendimi

 

Hoş geldin!

Hiç beklemediğin bir anda,

Dünyanın üzerine yıkıldığını hissetmeye başlarsın

Ve hayat işte tam da o sırada başlar.

Artık acılar da, umutlar da iki kat artmıştır,

Aradığın ama bulamadığın aşk, aramadığın halde karşılaştığın keder ruhunu büyüten iki birey gibi kurulmuştur yalnızlığının ortasına.

Geçmiş yakarken, gelecek kuşkulandırır ve her zaman aklında sadece bir soru olur, ‘bundan sonra ne olacak?’

Hiçbir şey olmadığını, aynı şekilde devam ettiğini anladığın an ilk büyük hayal kırıklığını da yaşamış olursun.

Hayatın böyle devam etmeyeceğini gördüğün zaman ise, artık, soyut ya da somut, önüne gelen her şeyi ve herkesi suçlamaya başlarsın.

İlk yanılgın da bu olur, dünyanın merkezi olduğun fikrin…

Dünya senin etrafında sadece senin için dönmüyor.

Çevrendeki kötülükleri gör, bil ve konuş diye dönüp duruyor, gözlerinin içine bakıyor.

Görmüyorsan, kör değilsin, duymuyorsan, sağır değilsin, sadece bencilsin.

Bunu biraz olsun aşabilmek istersen, sadece kendin için değil, herkes için güzel dilekler tut için, kayıp gitse bile kimsenin canını yakmayacak dilekler.

Hazır önünde yeni bir yıla girmenin fırsatı varken bunu iyi değerlendir.

Herkes için iste, herkes için konuş, herkesi savun ve herkesi sev.

Ölümün kolaylığını anlatmaya gerek yok, yaşamak biraz daha zordur ama en zoru yaşatmaktır.

Bir şeyleri, -umudu, sevgiyi, vicdanı- yaşatabildiğin sürece gözlerin kötülükleri değil, en çok iyilikleri ve güzellikleri görmeye başlayacak.

Unutma ki, kalbin, vicdanın doğrusu huzurun anahtarıdır.

Sen yaşattığın sürece yaşayacaksın da.

***

Ve sonunda 365 günü bir bardak suyu bitirir gibi bitirdik. Benim en büyük dileğim, daha çok okuyan, bilen, sorgulayan, kitabı seven, hırsızı, tecavüzcüyü savunmayan, adaletin adamına göre değil de gerçekten uygulandığı, cinsiyetsizlik boyutunda ilerleyebilmiş bir eşitlik, kavgadan, savaştan uzak, barışla, sevgiyle dolu, görmeyen gözün gördüğü, duymayan kulağın duyduğu, olmayan vicdanın geri geldiği, dünyanın acısını başkaları taşımasın diye sırtına alan koca yürekli insanların arttığı, umudun hiçbir zaman tükenmediği, güneşli günlerin altında aydınlık ve pirüpak yüzlerle her zaman ileriye, en ileriye yürüdüğümüz bir yıl olması…

Unutmadan, Noel baba yoktur.

Mutlu yıllar…

Yalnızlığın doğasında sen varsın. Seninle ritmi hızlanan her kalp; detone olunan şarkılara eşlik eder.

Sen susarsan; ben susarım. Ve biz ne zaman sussak konuşulmaya başlanır. Üstünü karaladığın hayatımın altını çizme şimdi. Yokluğunun dem vurduğu ilk sabahtan beri kayda değer bir gelişme yok hayatımda. Önemli bir noktam yok, önemli paragraflarım var artık seninle dolup taşan..

Natürmort bir çalışmadır; seni sevmeye çabalamak. Hayatına getireceğim hareketlere tepkisiz kalacak gibisin. Askıda unutulan şemsiyeyim sana açıldıkça.

Ah, hayat ne tuhaf, ne zaman sana açılacak olsam yağmur yağmıyor. Gök gürültüsünden öteye gidemiyorum sana sevgimi susuyorken.

Sağanak olup yağamıyorum, sığınacak yer bırakmadığından.

Yalnızlığının tadını almak; aşkın gurmesi olmaktır. Elbette bunu hiçbir zaman bilemeyeceksin. Elmacık kemiğini öpebildin mi hiç? Dudaklarına şiir okuyup, gözlerindeki anlamsız telaşın bilmecesini çözmeye çalışırken; kirpiklerini sayma fırsatın oldu mu? Sen hiç seninle şarap içtin mi? Galata'dan yansıyan güneş parıltısıyla kendi gülüşünde boy verdin mi? Bunları yaşayamamış olman hayatında büyük bir eksiklik ve senin eksikliğin benim fazlalığım artık.

Bu yüzden, böylesine alışmışken, böyle derin yaşamışken seninle her şeyi; bırak biraz yalnız kalayım bebeğim; yalnızlık da senden gelir..

DİREN KARDEŞİM

Herkes kendi doğruları için yaşar, bir doğrusu olmayan insanlarsa başka insanların piyonu olmaya mahkûm olarak yaşarlar.

Hayatı hep satranca benzetmişimdir. Piyonlar, kıymetini bilene değerli; at, kendini bilene; fil, oyunu bilene; kale, düşünene; vezir ise kolayı sevene değerlidir. Oyunun sonu da biz insan hayatı gibidir; zayıf nokta bulunduğunda, bazense bile bile, bazen sadece çaresizlikten; sonuç ise her zaman aynı, şat ve mat.

Bugünlerde yaşanan olayları da aynen satranca benzetiyorum. Strateji büyük, piyonlar uzun uğraşlar sonucu halledildi. Atlar, filler derken oyun kızıştı ve sıra büyük taşlara geldi. Çanlar bu sefer onlar için çalıyordu, fakat büyük taşları devirmek o kadar da kolay olmadı.

Önce ülkeyi biraz karıştırmalı. Bu genel strateji; klasik konular: gezi, doğu, cemaat… Derken biraz beyin bulandırmaca, birbirine düşürmece, saman altından su yürütmece ve hedefe giden yolda engeller bir bir eritildi. Rakibe, düşünmüyormuş düşüncesine itmek için hızlı hamlelerle planlar yapmalarla iyice beyinler bulandırıldı. Birileri ağladı, birileri güldü, birileri ise hiç gülememişti zaten. İnsanları bölmece hızla ilerken, iş çığırından çıktı.

Büyük taşlar kızdırılmıştı. Ve beklenen hamle: borsa alt üst. Aman Allah’ım Türk lirasının değeri (Pardon değer dedim ama yakında öyle bir şey kalmayacak gibi görünüyor) de ne öyle! Hemen zam yapmalı, bu fırsat kaçmaz! Hazır yeni yıla da giriyoruz bahane hazır, gönder gelsin zamları kombo yapacak bizimkiler. (Bu arada Sayın Sabit Kanca karakterine de buradan bir selam çakmayı kendime borç bilirim)

Büyük düşünür babamın sözüdür; “Evladım sen açık verme ki, elin dili saçılmasın.” Ah güzel kardeşlerim, biz büyük açık verdik. Rahata aldanıp, saçtıkça saçtık kendimizden verdik. Şimdi çaresiz olanları izliyoruz. Fena satranç oyuncusu sayılmam, fakat hamleler benimde kafamı allak bullak etmeye yetti. Ama oyun bitmedi, biz gözümüzü açık tutmalıyız ki hamlelere karşı hazır olalım. Her ne kadar ülkemizin hali harap gibi görünse de, biz sağlam bir milletiz, yani en azından öyleydik…

Oyunlara gelme kardeşim. Bir şey için direnilecekse, birlik için, beraberlik için, milletin için diren. Vazgeçme ki ülken karanlığa gömülmesin, vazgeçme ki rakip bitti demesin. Hepimiz birer mum olsak karanlık kalmaz. Ben bunu bilir bunu söylerim. Bu oyunun sonu yok belki ama en azından onlara şah mat dedirtmemeliyiz.

Diren kardeşim.

 

 

K A F A  K A Ğ I D I :

GİZEM ÇAVUSOGLU

Yaşanmışlık yaşından huzur çık tebessüm ekle, biraz acılı baharat, biraz huzurun ensesinde tatlı hayat derken; dünya gâfili, okumada afili bir kulum Rabb'imin sayesinde... Diğer bilgilere gelince şu ölümlü dünyada; 23 Ocak 92 doğumlu, SDÜ Elektrik Elektronik Mühendisliğinde okuyan, İstanbul'da doğan, Rize'de yaşayan vs. bir kulum özünde...

 Paylaş


     Gizem Çavuşoğlu'nun Eski Yazıları 

Saatin yirmi beşi..

Yoksun yine..
Gelmeni beklemek miydi güzel olan,
yoksa güzel olduğun için miydi bunca beklemek seni ?..

Harflerim çatlıyor ve sızıyorsun aralarından.
Şiirlerime bulaşıyor yüzün,
ellerin her mısrada, bir soğukluk örüyor bana..

Nerdesin ?!
Bir soru cümlesinden çok, içimin öznelerini anlatıyorum sana.
Yükü çoğalıyor yüklemlerimin,
omuzlarımda bir hiçlik ağrısı.
Ağzımın kenarında can çekişiyor özlem,
dizlerimi büküp yoluna, babasının yolunu gözleyen,
bir çocuk gibi bekliyorum seni?
Sahi, nerdesin?

Saatin yirmi beşi..
Gün oluyor, devran dönüyor,
intikamı hiç alınmıyor yokluğumun.
Sırasını kaybediyorum hınçlarımın.
Aynalardan mı hesap sormalı şimdi,
yoksa bir boşlukta öldürmeli miyim kendimi?
Kendimi infaz ederken, seni de yaralar mıyım?
Canın acır mı benim yüzümden?
Yüzünden, yüzüme baktıkça neleri görebilirsin ki en fazla?
En fazla, hırpalanmış bir adam,
çekiştirilip durulmuş adın.
Nasır tutmuş bir yürek,
İzlerini bırakmış bir kadın,
yürekte kıymık gibi..

Sayfalarını yırtıyorum ruhumun, sözüm kesiliyor
ve sen kanıyorsun oluk oluk.
Bir günü ya da dünü, yarını olmayan bir düşü.
Sende kalan neyim varsa bir bir vazgeçiyorum bu gün.
iki günün, dünün ve bu günün,
kim bilir belki de bir düşün arasına sıkışıyorum.
saatin yirmi beşi, gelmezsin değil mi?
Sahi, gelmeni beklemek miydi güzel olan,
yoksa, saat yirmi beşi gösterdiği için miydi hiç gelmeyecek olman?

Yazardan Not: Bu şiiri, Hüsnü Şenlendirici'nin Saatin 25'i adlı eseriyle birlikte okumayınız. Aksi takdirde yan etkilerden biz sorumlu değiliz.

Online dergiler Online dergiler